SIKINTILI ANLARDA OKUNACAK DUA OKUNUŞU:
"Subhânallâhil Aziym!" MANASI: "Büyük ve yüce Allâh'ı tesbih ederim!"
BESMELEYİ UNUTUNCA OKUNACAK DUA OKUNUŞU:
Bismillâhi evvelehü ve âhirehü MANASI: Başından sonuna kadar Allah'ın adıyla.
BU DUA KORKULARI GİDERİR OKUNUŞU:
"Hasbinallahü ve ni'melvekîl." MA'NASI: "Allah bana kâfidir. O ne güzel vekildir."
SABAH AKŞAM 100 KERE OKUNACAK DUA OKUNUŞU:
Subhânallâhi ve bihamdihî. MA'NASI: Yüce Allah'ı tesbih ederim ve ona hamd ederim.
KORKAN KİMSE BU DUAYI 100 KERE OKUSUN OKUNUŞU:
"Hasbünallâhü ve ni'mel vekil." MA'NASI: "Bize Allah, kâfidir. O ne güzel vekildir." GAM,
KEDER VE HASTALIKLARA KARŞI OKUNACAK DUA OKUNUŞU:
Allâhü Rabbî, lâ şerikeleh. MANASI: Benim Rabbim (sahibim) Allah'tır. Onun şeriki yoktur.
MUSİBETLERİ DEFETMEK İÇİN OKUNACAK DUA OKUNUŞU:
Mâ şâallâhü lâ kuvvete illâ billâh". MA'NASI: "Allah Teâlâ'nın dilediği olur. Kuvvet ancak Allah'ındır.
ELBİSE GİYİP ÇIKARIRKEN OKUNACAK DUA OKUNUŞU:
Bismillâhillezi lâ ilâhe illâhü. MANASI: Kendisinden başka hiçbir ibâdet edilecek ilâh olmayan Allah'ın adıyla.
ÖFKELİ KİMSENİN OKUYACAĞI DUA OKUNUŞU:
"Allahümme inni e'üzü bike mineşşeytanir'raciym." MA'NASI: "Allahım! Koğulmuş şeytanın şerrinden sana sığınırım."
NAZARIN ZARAR VERMEMESİ İÇİN OKUNACAK DUA OKUNUŞU:
"Allahümme bârik fîhî ve lâ tedurruhu." MA'NASI: "Allâh'ım, bunu mübârek eyle. Ona zarar dokunmasına izin verme."
YATARKEN OKUNACAK DUA OKUNUŞU:
"Bismikellâhümme ehyâ ve emûtü." MANASI: "Allah'ım! Senin isminle (senin adını anarak) uyur ve senin isminle uyanırım."
YEDİRENE (İKRAM EDENE) YAPILACAK DUA OKUNUŞU:
"Allâhümme at'im men et'amenî veskı men sekânî." MANASI: "Allâh'ım! Beni yediren (ikram eden) kuluna yedir. Beni içiren kuluna içir."
ALLAH'IN SEVDİĞİ İKİ KELİME OKUNUŞU:
Subhânallâhi ve bihamdihi. Subhânallâhil-azıym. MANASI: Allah'ü Teala'yı tesbih ederim, hamd o'na mahsustur. Azim olan Allah'ı tesbih ederim.
BANYODAN ÇIKINCA OKUNACAK DUA OKUNUŞU:
Allahümme inni eûzü bike minennâri ve es'elüke ğufraneke. MANASI: Allah'ım cehennemden sana sığınırım! Yâ rabbi! Senden affını, bağışlamanı isterim.
YENİ BİR İŞE TEŞEBBÜS EDEN BU DUAYI OKUMALI OKUNUŞU:
"Allâhümme hırlî vahterlî." MA'NASI: "Allahım! (Bu yapacağım işde) bana hayırlısını ver. Benim için hayırlı olanını seç, en hayırlısını nasîb eyle."
AFETLERDEN KORUNMAK İÇİN OKUNACAK DUA OKUNUŞU:
"Bismillâhi alâ nefsî ve ehlî ve malî." MA'NASI: "Allah'ın ismiyle, kendimi, âilemi ve malımı Allah'a havâle ediyor, O'nun yüce himâyesine bırakıyorum."
ECELİ GELMEMİŞ HASTAYA OKUNACAK DUA OKUNUŞU:
"Es'elullâhel'Azîyme, Rabbel'arşil'azîymi en yeşfîyke." MA'NASI: "Arş-i azîmin (büyük arşın) sahibi, Rabbi olan ulu Allâh'tan sana şifâ vermesini dilerim."
KORKULU RÜYA GÖREN BU DUAYI OKUMALI OKUNUŞU:
"Allâhümme inni eûzübike min amelişşeytani ve seyyiâtil-ahlâm." MA'NASI: "Allah'ım! Şeytanın amelinden (işinden) ve kötü (korkulu) rüyalardan sana sığınırım."
GECELEYİN RESULULLAHIN OKUDUĞU DUA OKUNUŞU:
Sübhânallâhi Rabbil'âlemiyn. MA'NASI: Alemlerin rabbi olan Allah'ı tesbih ederim (Her türlü noksanlıklardan ve eksikliklerden uzak ve pak olduğuna inanıyorum.
.AYNAYA BAKARKEN OKUNACAK DUA OKUNUŞU:
Elhamdülillâh. Allâhümme kemâ hassente halkî fehassin hulukî. MANASI: Hamdü sena Allah'a mahsustur. Allah'ım, yaratılışımı güzelleştirdiğin gibi, ahlâkımı da güzelleştir.
ÖFKE İÇİN OKUNACAK BİR DİĞER DUA OKUNUŞU:
"Allahümmağfirlî zenbî vezhib gayza kalbî ve ecirnî mineşşeytan." MA'NASI: "Allah'ım! Beni bağışla, günahımı affet. Kalbimdeki öfkeyi gider. Beni şeytanın şerrinden koru."
YEMEĞİN SONUNDA OKUNACAK DUA OKUNUŞU:
"Elhamdülillâhillezî et'amenâ ve sekânâ ve ce'alenâ müslimiyn." MANASI: "O yüce Rabbimize hamdederiz, şükrederiz ki, bizleri yedirdi, içirdi ve bizleri müslümanlardan kıldı."
HASTAYA OKUNACAK DUA OKUNUŞU:
"Allâhümmeşfi abdeke yenke'leke adüvven ev yemşî leke ilâ salâtin. MA'NASI: "Allâh'ım, şu kuluna şifâ ver. Sağlıklı olursa, senin yolunda cihad eder ve senin rızan için namaza yürür."
İNSANLARDAN KORKAN KİMSENİN OKUYACAĞI DUA OKUNUŞU:
"Allâhümme innâ nec'alüke fî nühurihim ve ne'ûzü bike min şürûrihim." MA'NASI: "Allâh'ım! Senin kudretinle onların karşısına dikilmeni istiyoruz. Onların şerlerinden sana sığınıyoruz."
HASTAYA KARŞI OKUNACAK BİR DİĞER DUA OKUNUŞU:
"Allâhümmeşfi abdeke yenke'leke adüvven ev yemşî leke ilâ salâtin." MA'NASI: "Allah'ım, şu kuluna şifa ver. Sağlıklı olursa, senin yolunda cihad eder ve senin rızan için namaza yürür."
TÜM AİLESİNİ MALINI KORUMAK İÇİN OKUNACAK DUA OKUNUŞU:
"Bismillahi alâ dînî ve nefsî ve veledî ve ehlî ve mâlî." MA'NASI: "Allah'ın ismiyle, dînimi, kendimi, çocuklarımı, âilemi ve malımı bütün kötülüklerden, koruması için Allah'a emânet ederim."
TUVALETE GİRERKEN OKUNACAK DUA OKUNUŞU:
"Bismillâh. Allahümme innî eûzü bike minelhubsi velhabâis" MANASI: "Allah'ın ismiyle. Allah'ım! pislikden insana eziyet veren her türlü şeytanın şerrinden (zararlarından) sana sığınırım."
SIKINTILARI GİDEREN DUA OKUNUŞU:
"Allâhü, Allâhü Rabbî, lâ üşrikü bihî şey'en" MANASI: "Benim Rabbim, Allâh'dır. Allâh. O'na hiç bir şeyi ortak koşmam." demektir. Tabarani'de bu duânın üç kere okunması tavsiye edilmiştir."
TUVALETTEN ÇIKARKEN OKUNACAK DUA OKUNUŞU:
Ğufrânek! Elhamdü lillâhillezî ezhebe annil'ezâ âfânî. MANASI: Allah'ım bağışlamanı dilerim! Bana eziyet veren (ve sıkıntı) veren şeyleri gideren ve bana âfiyet veren yüce Allah'a hamd olsun.
BELA VE MUSİBETE UĞRAMIŞ BİRİNİ GÖRÜNCE OKUNACKA DUA OKUNUŞU:
Elhamdü lillâhillezi âfânî mimmebtelâke bihî ve faddalenî alâ kesîrin mimmen haleka tafdîlâ. MANASI: Seni uğrattığı dertten beni kurtaran ve beni yarattıklarının bir çoğundan üstün kılan Allah'a hamdolun.
SAYISIZ SEVAP KAZANDIRAN DUA OKUNUŞU:
Lâ ilâhe illallâhü vahdehû lâ şerikeleh, lehül'mülkü velehül'hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadir. MANASI: Allah'tan başka ilah yoktur. O birdir; eşi ortağı yoktur. O her şeye kâdirdir. Gücü herşeye yeter.
DÜNYA VE AHİRET SIKINTISINI GİDEREN DUA OKUNUŞU:
"Hasbiyellâhü lâ ilâhe illâ hüve aleyhi tevekkeltü ve hüve Rabbül'arşıl'azîm." MA'NASI: Allâh bana kâfidir. Ondan başka ibâdet edilecek hiç bir ilah yoktur. O'na güvendim, O'na dayandım. O, arşın sahibidir."
ZORLUKLA KARŞILAŞINCA OKUNACAK DUA OKUNUŞU:
"Allâhümme lâ sehle illâ mâ cealtehü sehlâ, ve ente tec'alül'hazne izâ şi'te sehlâ." MA'NASI: "Allâhım! Senin kolaylaştırdığından başka hiç bir kolay yoktur. Sen, dilediğin zaman, zor olan şeyi kolay kılarsın."
GÖZ DEĞMESİN DİYE OKUNACAK DUA OKUNUŞU:
"Mâşâ'Allâh, Bârekallâh, Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh" MA'NASI: "Allâh'ü Teâlâ mübârek etsin. Allâhü Te'âlâ diledi de böyle iyi ve güzel oldu. Güç ve kuvvet yalnız ve yalnız Allâh'ındır. Allâhü Teâlâ'dandır."
YEMEĞE BAŞLARKEN OKUNACAK DUA OKUNUŞU:
"Allâhümme bârik lenâ fîmâ rezaktenâ ve kınâ azâbennâr. Bismillâh!" MANASI: "Allah'ım! Bize vermiş olduğun bu rızıkları bereketlendir. Ve bizi cehennem azabından koru. Allah'ın ismiyle yemeğimi yemeye başlıyorum."
BANYOYA GİRERKEN OKUNACAK DUA OKUNUŞU:
Bismillâh, Allâhümme innî es'elükel'cennete ve e'ûzü bike minennâr. MANASI: Allah'ın ismiyle. Allah'ım! Senden cenneti isterim ve cehennem ateşinden sana sığınırım
BU DUA ATEŞLİ HASTALARA OKUNUR OKUNUŞU:
"Bismillahil'kerim, e'ûzü billâhil'Aziym, min şerri külli ırkın naârin ve min şerri harrinnâr." MA'NASI: "Yüce Allâh'ın adıyla. Amansız ağrı ve sızıların tümünün şerrinden (zararından) ve cehennemin amansız, helak edici ateşinin (azabının) şerrinden Aziym olan, Ulu Allâh'a sığınırım."
HZ. FATIMA'NIN SABAH AKŞAM OKUDUĞU DUA OKUNUŞU:
Yâ Hayyü yâ Kayyûm Birahmetike esteğisü. Fe'aslıhlî şe'nî Küllehû ve lâ tekilnî ilâ nefsî tarfete aynin. MANASI: "Ey Hayy ve Kayyum olan Allahım! Rahmetinle senden yardımını isterim. Benim bütün işlerimi, hal ve hareketlerimi düzelt. Beni bir göz kırpması kadar bile olsun nefsime bırakma."
YENİ BİR İŞE BAŞLARKEN OKUNACAK DUA OKUNUŞU:
"Rabbenâ âtinâ min-ledünke rahmeten ve heyyi'lenâ min emrina raşedâ. Rabbi'ş-rah lî sadrî. ve yessirlî emrî" MA'NASI: "EY RABBİMİZ! Bize kendi katından bir rahmet ver. Ve bu işimizde bize doğruluk ver, bizim için muvaffakiyet (başarı) hazırla." "Rabbim, göğsümü aç, ve işimi kolaylaştır."
GECELERİ KORKAN KİMSE BU DUAYI OKUMALI OKUNUŞU:
"E'ûzü bi'kelimâtillâhittâmmeti min gadabihî ve ıkâbihî ve min şerri ibâdihi ve min hemezâtişşeyâtiyni ve en yahdurûn." MA'NASI: Allah'ın gazabından, ıkabından, insanların şerrinden, şeytanların vesvese ve aldatışlarından ve yanıma gelmelerinden Allâhü Teâlâ'nın tam olan kelimelerine sığınırım."
BİR DARLIĞA BİR SIKINTIYA DÜŞEN BU DUAYI OKUMALI OKUNUŞU: "Bismillâhir'Rahmanir'Rahim Velâ havle velâ kuvvete illâ billâhil'Aliyyil'Azıym." MA'NASI: "Rahman (Esirgeyen) Rahim (Bağışlayan) Allâh'ın adıyla. Çok yüce ve çok büyük Allâh'ın himayesine sığınmaktan ve O'nun yüce kudretinden yardım dilemekten başka bir amacım yoktur. O'na dayandım, O'na güvendim
NAZARDAN KORUNMAK İÇİN OKUNACAK DUA OKUNUŞU:
"Bismillâhi yübrîke min külli dâin yeşfiyke, ve min şerri hâsidin izâ hasade, ve min şerri külli ziy aynin." MA'NASI: "Allâhü Teâlâ, Seni bütün hastalıklardan kurtarıp şifâlar versin, hased edenin hasedini açığa vurduğu zamanki şerrinden ve gözü değen keskin gözlü her göz sahibinin şerrinden korusun."
ÜZÜNTÜ VE SIKINTI ANINDA OKUNACAK DUA OKUNUŞU:
"Lâ ilâhe illallâhül-Aziymül-Haliym. Lâ ilâhe illallahü Rabbül-Arşil- Aziym. Lâ ilâhe illallahü Rabbüs-semâvâti ve Rabbül'ardı ve Rabbül-Arşil-Keriym." MANASI: "Halîm ve Azîym olan Allâh'tan başka ilah (ibâdet edilecek) yoktur. Büyük arşın sahibi olan Allâh'tan başka ilâh yoktur. O, arş-ı kerîmin Rabbi (sahibi)dir."
NAMAZI BİTİRİNCE OKUNACAK DUA OKUNUŞU:
Sübhânallâhi velhamdü lillâhi velâ ilâhe illallâhü vallahü ekber. Ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil'aliyyil'azıym. MANASI: Yüce Allah'ı tesbih ederim. Hamdü senâ Allahü Teâlâ'ya mahsustur. Allah'tan başka ilâh (ibadet edilecek) yoktur. Allahu Teâlâ, en yüce, en büyüktür. Güç ve kuvvet ancak ve ancak Allah'ındır.
BİR ŞEYİNİ KAYBEDEN BİR ZARARA UĞRAYAN OKUMALI OKUNUŞU:
"Asa Rabbüna en-yübdilenâ hayran minhâ inna ilâ Rabbinâ rağıbûun" MA'NASI: "Umulur (ümid ederim, ümid ediyorum) ki,Rabbimiz, onun yerine bize ondan daha hayırlısını (daha iyisini) verir (verecektir). Biz, Rabbimizi arzu edenlerdeniz. (O'nun rızasını istiyoruz. O'nun hükmüne razıyız. Tek emelimiz Allahımızın rızasına ermektir).
Sabah akşam 100 kere okununca bütün günahların affedileceği tesbih:(Sübhânallahi ve bi-hamdihi, sübhânallahil azîm)Manası: Kemâl sıfatlarla muttasıf ve noksan sıfatlardan beri olan Allah’ı hamd ile tesbih ederim.
Namazda tesbihleri çektikten sonra duaya eller kaldırırken okunursa günahların affedileceği dua:(Lâ ilâhe illallahü vahdehü lâ şerîke leh lehülmülkü ve lehülhamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr)Manası: Allah’tan başka ilah yoktur. İbadete layık yalnız Allah’tır, O birdir, ortağı yoktur, kâinat Onun mülküdür, hamd Ona mahsustur, O her şeye kadirdir.
Sıkıntılardan kurtulmak için okunan kelime-i temcid:
(Lâ havla velâkuvveteillâbillâhilaliyyilazîm) Manası:Allah’tan başka güç kuvvet sahibi yoktur. Her şeye kuvvet ve güç veren ancak zati ve sübuti sıfatların sahibi yüce Allah’tır.
Korku ve belalardan kurtulmak için sabah akşam üç kere okunan dua:
(Bismillâhillezi lâ yedurru measmihi şey ün fil erdı ve lâ fissemâi ve hüves-semi ul alim)Manası: Allah’ın yüce ismine sığınana yerde ve gökte hiç bir şey zarar veremez, O, her şeyi işitir ve bilir.
Nazardan ve her türlü zarardan korunmak için okunan dua:
(Euzü bikelimâtillahittammâti min şerri mâ haleka)Manası:Bütün yaratıkların şerrinden Allah’ın kusursuz kelamlarına [âyetlerine yani Kur’ana] sığınırım. [Zira âyetlerinde gizli açık her ilim, her ihsan, her tedbir vardır.]
Nazar değene okunacak dua:
(Euzü bi-kelimatillahittammati min şerri külli şeytanin ve hammatin ve min şerri külli aynin lammetin) [Bu dua her sabah ve akşam üç defa okunup kendi üzerine veya hastanın üzerine üflenirse, göz değmesinden ve şeytanların ve hayvanların zararından korur.]Manası:Şeytanların, haşaratın ve kem gözlerin şerrinden Allah’ın kusursuz kelamlarına [âyetlerine yani Kur’ana] sığınırım. [Zira âyetlerinde gizli açık her ilim, her ihsan, her tedbir vardır.]
Günahları affettiren en kıymetli tesbih:
(Sübhânallahi velhamdü lillahi ve lâ ilâhe illallahü vallahü ekber)Manası: Allah’ı hamd ve tesbih ederim. Allah’tan başka ilah yoktur ve O en büyüktür.
Sabah akşam okunması gereken istiğfar:
(Allahümme ente rabbi lailahe illa ente halakteni ve ene abdüke ve ene ala ahdike ve vadike mestetatü euzü bike min şerri ma sanatü ebuü leke bi-nimetike aleyye ve ebuü bi zenbi fağfirli zünubi feinnehü la yağfirüzzünübe illa ente. La ilahe illa ente sübhaneke inni küntü minez zâlimin) [Bunu sabah okuyan, akşama kadar, akşam okuyan, sabaha kadar ölürse, şehid olur.]Manası: Allah’ım, sen benim rabbimsin, senden başka mabud yoktur, ancak sen varsın, beni yoktan yaratan sensin, ve ben senin kulunum, gücüm nispetinde sana verdiğim ahdimde ve sözümde duruyorum, işlemiş olduğum kötü şeylerin şerrinden sana sığınırım, bana olan nimetlerini ve günahlarımı da sana itiraf ederim, benim günahlarımı affet çünkü senden başka bağışlayıcı yoktur. Senden başka hiç bir ilâh yoktur, seni bütün noksanlıklardan, tenzîh ederim. Gerçekten ben, nefsime haksızlık edenlerdenim.
Dinde sebat edip son nefeste iman ile ölmek için:
(Allahümme, ya mukallibel kulüb, sebbit kalbi, alâ dinik)Manası: Ey büyük Allah’ım, kalbleri iyiden kötüye, kötüden iyiye çeviren, ancak sensin. Kalbimi, dininde sâbit kıl, dininden döndürme, Müslümanlıktan ayırma!
Tecdid-i iman ve nikah duası:
(Allahümme innî ürîdü en üceddidel-îmâne ven-nikaha tecdîden bikavli la ilahe illallah Muhammedün Resulullah)Manası: Ya Rabbi, la ilahe illallah Muhammedün Resulullah diyerek imanımı ve nikahımı tazeliyorum.
Peygamberimizin çok okuduğu dua:
(Allahümme inni eselükes-sıhhate vel-afiyete vel-emanete ve hüsnel-hulkı verrıdae bilkaderi birahmetike ya Erhamerrahimin)Manası: Ya Rabbi, senden, sıhhat ve afiyet ve emanete hıyanet etmemek ve güzel ahlak ve kaderden razı olmak istiyorum. Ey merhamet sahiplerinin en merhametlisi! Merhametin hakkı için, bunları bana ver!
Öfkelenince okunacak dua:
(Allahümmağfir li-zenbi ve ezhib gayza kalbi ve ecirni mineşşeytan)Manası: Ya Rabbi! Günahımı af eyle. Beni kalbimdeki öfkeden ve şeytanın vesvesesinden kurtar.
Sabah ve akşam okunan iman duası:
(Allahümme inni euzü bike min en üşrike bike şey-en ve ene alemü ve estağfirü-ke li-ma la-alemü inneke ente allamül-guyub)Manası: Allah’ım bilerek şirk koşmaktan sana sığınırım. Bilmeyerek koştumsa beni affet, sen her şeyi bilirsin.
Yemek duası:
(El-hamdü-lillahillezi eşbeana ve ervana min-gayrı-havlin minna ve la kuvveh. Allahümme at’imhüm kema at’amuna. Allahümmerzukna kalben takıyyen, mineşşirki beriyyen la kâfiren ve şakıyyen velhamdülillahi rabbilalemin)Manası: Bizim gücümüz kuvvetimiz olmadan, bizi nimetleri ile doyuran ve susuzluğumuzu gideren Allahü teâlâya hamd olsun. Ya Rabbi, bize bu yemeğin hazırlanmasında emeği geçen ve bize bu nimetleri ikram edenlere sen de ikram et. Ya rabbi, bizim kalbimizi şirk ve kötülüklerden koru. Bizlere, dinimizin emirlerine uyan bir kalb nasip eyle.
Şükür duası:
(Allahümme mâ esbaha bi min nimetin ev bi-ehadin min halkıke, fe minke vahdeke, lâ şerike leke, fe lekel hamdü ve lekeşşükür)Manası: Ya Rabbi, bana ve diğer yarattıklarına verdiğin maddi ve manevi nimetlerin sabaha (akşama) kadar bizim yanımızda kalması yalnız Sendendir. Senin ortağın yoktur. Sana hamd ve şükrediyoruz.[Akşam okurken (Mâ esbaha) yerine (Mâ emsa) demelidir.]
Salevat:
[En kısası] Allahümme salli alâ Muhammed ve alâ âli Muhammed:Manası: Allah’ım Muhammed aleyhisselama ve Onun âline salat-ü selam olsun.
2 Haziran 2009 Salı
NE OLURSAN OL
Paranı ver, gönlünü ver, canını verAma SIRRINI VERME! ...
Günlerini say, kazancını say, büyüklerini sayAma YERİNDE SAYMA! ...
İşini beğen, aşını beğen, eşini beğenAma KENDİNİ BEĞENME! ...
Emek ver, kulak ver, bilgi verAma SAKIN BOŞ VERME! ...
Fidan büyüt, çocuk eğit, yoksul besleAma KİN BESLEME! ...
Davet et, hayret et, ülfet et, affetAma İHANET ETME! ...
Kitap oku, meslek oku, dünyayı okuAma LANET OKUMA! ...
Sınıfını geç, hayatını seç, rakibini geçAma GÜLÜP GEÇME! ...
Gönül al, dost al, yoldaş alAma BEDDUA ALMA! ...
Yaklaş, tanış, konuş, uzaklaşAma UŞAKLAŞMA! ...
Doğrul, sayrıl, evril, devrilAma EĞRİLME! ...
Hislen, tasalan, seslen, uslanAma PASLANMA! ...
İtil, ütül, atıl, katılAma SATILMA! ...
Günlerini say, kazancını say, büyüklerini sayAma YERİNDE SAYMA! ...
İşini beğen, aşını beğen, eşini beğenAma KENDİNİ BEĞENME! ...
Emek ver, kulak ver, bilgi verAma SAKIN BOŞ VERME! ...
Fidan büyüt, çocuk eğit, yoksul besleAma KİN BESLEME! ...
Davet et, hayret et, ülfet et, affetAma İHANET ETME! ...
Kitap oku, meslek oku, dünyayı okuAma LANET OKUMA! ...
Sınıfını geç, hayatını seç, rakibini geçAma GÜLÜP GEÇME! ...
Gönül al, dost al, yoldaş alAma BEDDUA ALMA! ...
Yaklaş, tanış, konuş, uzaklaşAma UŞAKLAŞMA! ...
Doğrul, sayrıl, evril, devrilAma EĞRİLME! ...
Hislen, tasalan, seslen, uslanAma PASLANMA! ...
İtil, ütül, atıl, katılAma SATILMA! ...
TEVEKKÜL MÜ? ÇALIŞMAK MI? / 5
Güzel bir derede av hayvanları, aslan korkusundan ıstırap içindeydiler. Çünkü aslan, daima pusudan çıkıp birisini kapmaktaydı. O otlak bu yüzden hepsine fena geliyordu. Hileye baş vurdular; aslanın huzuruna geldiler: “Biz sana gündelikle yiyecek verip doyuralım. Bundan sonra hiçbir av peşine düşme ki bu otlak bize zehrolmasın.”dediler. Aslan dedi ki: “Hileye uğramasam, vefa görecek olsam dediğiniz doğru. Ben şundan bundan çok hileler görmüşümdür. İnsanların yaptıkları işlerden, ettikleri hilelerden helak olmuşum; o yılanlar, o akrepler tarafından çok ısırılmışım. İçinde pusu kurmuş olan nefis ise, kibir ve kin bakımından bütün adamlardan beterdir. Benim kulağım “mümin, bir zehirli hayvan deliğinden iki kere dağlanmaz” sözünü işitti; Peygamberin sözünü canla gönülle kabul etti.” Hepsi dediler ki: “Ey halden haberdar hakim! Çekinmeyi bırak; çekinme, insanı kaderin hükümlerinden kurtaramaz. Kaderden çekinmekte perişanlık ve kötülük vardır, yürü, tevekkül et ki tevekkül, hepsinden iyidir. Ey kötü hiddetli adam! Kaza ile pençeleşme ki kaza da seninle kavgaya tutuşmasın. Tanyerini ağartan Tanrı’dan bir zarar gelmemesi için kulun Hak hükmüne karşı ölü gibi olması lazımdır.” Aslan: “Evet, tevekkül kılavuzsa da bu sebebe teşebbüs de, Peygamber’in sünnetidir. Peygamber, yüksek sesle “Tevekkülle beraber yine devenin ayağını bağla” dedi. “Çalışan kimse Tanrı sevgilisidir” işaretini dinle; tevekkülden dolayı esbaba teşebbüs hususunda tembel olma” dedi. Hayvanlar ona: “Çalışıp kazanma, bil ki, halkın itikat zayıflığı yüzünden, harislerin boğazları miktarınca bir riya lokmasıdır. Tevekkülden daha güzel bir kazanç yoktur. Esasen Hak’ka teslim olmadan daha sevgili ne var? Çokları beladan belaya; yılandan ejderhaya sıçrarlar. İnsan hile etti ama hilesi kendisine tuzak oldu... can sandığı, içici bir düşman kesildi! Kapıyı kapadı, halbuki düşman evinin içindeydi. Firavun’un hile ve tedbiri de işte buna benzer masallardandı.O kin güdücü, yüz binlerce çocuk öldürdü; aradığı ise evinin içinde idi. Madem ki bizim gözümüzde bir çok illet var; yürü kendi görüşünü dostun görüşünde yok et! Bizim görüşümüze bedel onun görüşü, ne güzel bir karşılıktır. Bütün maksatları onun görüşünde bulursun. Çocuk; tutucu, koşucu değilken ancak babasının omuzuna biner. Halkın canları; el ayak sahibi olmazdan, beden kaydına düşmezden evvel vefadan sefaya uçuyordu. Vakta ki”İniniz” emriyle hapis olundular, hiddet, hırs, kanaat ve zaruret kayıtlarına düştüler. Biz Hak’kın hayali ve süt isteyen yavrularıyız. (Peygamber) “Halk Tanrı hayalidir” dedi.Gökten yağmur veren, rahmetiyle can vermeye de kadirdir” dediler. Aslan dedi ki: “Evet ama Kulların Tanrı’sı bizim ayağımızın önüne bir merdiven koydu. Dama doğru basamak basamak çıkmalı burada cebri olmak ham tamahtır. Ayağın var, nasıl olur da kendini topal edersin; elin var niye pençeni saklarsın? Efendi, kölenin eline beli verince söylemeden dileği malum olur. Bel gibi olan el de, Tanrı işaretlerindendir. Sonu düşünmek hassası da onun ibarelerindendir. Tanrı’nın işaretlerini canına nakş ederek ve o işarete vefakarlık ederek can verirsen. Sana nice sır işaretleri bahşeyler; senden yükü kaldırır, seni iş güç sahibi eder.Şimdi yük altındasın; Tanrı seni yükler, bidirir... Şimdi onun emrini kabul etmektesin; sonra seni makbul eder. Şimdi onun emrini kabul etmişsin, sonra o emirleri söylersin. Şimdi vuslat arıyorsun, ondan sonra da vasıl olursun. Tanrı’ını nimetlerine şükretmeye çalışmak kudrettir. Senin cebriliğin ise o nimeti inkardır. Onun verdiği kudrete şükretmek kudretini arttırır. Cebir ise nimeti elinden çıkarır. Senin cebriliğin yolda uyumaktır, uyuma; o kapıyı, o dergahı görmedikçe uykuya dalma! Ki rüzgar her anda dalları silkip başına çerez ve azık döksün. Cebre inanmakla yol kesen haydutlar arasında uyumak müsavidir. Vakitsiz öten kuş nasıl olur da kurtulur? Eğer onun işaretlerine burun büküyorsan kendini erkek mi sanıyorsun! Sendeki bu kadarcık akıl da zayi olur, aklı uçan başsa buyruk kesilir! Zira şükür etmemek uğursuz ve ayıp bir şeydir; o hal, şükretmeyeni, ta ateşin dibine kadar çeker götürür.Tevekkül ediyorsan çalışmak hususunda tevekkül et; kazan da sonra Tanrı’ya dayan!” Hepsi ona bağırarak dediler ki: “Sebep tohumlarını eken o harisler...” Kadın, erkek nice yüz binlerce kişi, neden oldu da zamanın menfaatlerinden mahrum kaldılar? Dünyanın başlangıcından beri yüz binlerce kavim, ejderha gibi ağız açmışlar;O bilgili, idrakli kavimle hileler düzmüşler, tedbirlerde bulunmuşlardır. Öyle tedbirler ki o tedbirlerle dağ bile ta dibinden kopar, yerinden ayrılırdı. Tanrı, onların hile ve tedbirini “o tedbirler yüzünden dağların tepeleri bile oynar, yıkılır, dümdüz olurdu” diye övdü.(Bunca tedbirlerine rağmen) o avlanmalarından, o çalışmalarından ezelde verilen kısmetten başka bir şey yüz göstermedi... Hepsi tedbirlerden de aciz kaldılar, çalışmadan da; ortada Tanrı’nın işi ve hükümleri kaldı. Adı sanı belli kişi! Kazanmayı bir addan başka bir şey bilme; ey kurnaz ve hilekar adam! Çalışmayı bir vehimden başka bir şey sanma.” Saf bir adam, bir kuşluk çağında koşa koşa Süleyman’ın adalet sarayına erişti.Yüzü gamdan sararmış, dudakları morarmıştı. Süleyman ona “Efendi ne oldu?” dedi.O “Azrail, bana öyle bir hışımla, öyle bir kinle baktı ki...” dedi.Süleyman “Peki şimdi ne diliyorsan dile bakalım” dedi. O dedi ki: “Ey canları koruyan rüzgara emret; Beni ta Hindistan’a götürsün; belki kullunuz oraya gidince canını kurtarır.” İşte halk fakirlikten böyle korkar. Onun için insanlar hırs, emele lokma olurlar.Fakirlikten korkmak tıpkı o adamın ölümden korkmasına benzer. Hırsı, çalışmayı da sen Hindistan farz et! Süleyman rüzgara emretti; rüzgar da onu derhal Hindistan’da bir adaya götürdü. Ertesi gün Süleyman, divan vakti halkla buluşunca Azrail’e dedi ki:“O müslümana ne sebeple hışımla baktın? Ey Tanrı elçisi, bana anlat. Acaba bu işi o adamın hanümanından avare etmek için mi yaptın? Azrail, cevaben dedi ki: “Ey cihanın zevalsiz padişahı! O ters anladı; ona hayal göründü. Ben ona hışımla ne vakit baktım? Onu yol uğrağında görünce şaşırdım.Çünkü Hak bana “Haydi bugün var onun canını Hindistan’da al” buyurdu.Taacüple “yüz tane kanadı olsa Hindistan’a gitmesi yine uzak” dedim. İşte sen dünya işlerini hep buna kıyas et, gözünü aç ta gör! Kimden kaçıyoruz, kendimizden mi? Ne olmayacak şey! Kimden kapıp kurtarıyoruz, Hak’tan mı? Ne boş zahmet. Aslan dedi ki: “Doğru ama Peygamberlerin, müminlerin çalışmalarını da gör. Cefadan, kahırdan ne gördülerse mükafata nail oldular; Tanrı onların mücadelesini zayi etmedi. Onların baş vurdukları çareler her hususta latif oldu. Çünkü zariften ne gelirse zariftir.Tuzakları felek kuşunu tuttu; noksanları tamamen sayıldı. Ey ulu kişi! Nebilerin ve velilerin yolunda çalış. Kaza ve kaderle pençeleşmek mücadele sayılmaz. Çünkü bizi pençeleştiren, savaştıran da kaza ve kaderdir. Bir kimsenin iman ve itaat yolunda yürüyüp de bir an bile ziyan etmişse kafirim! Başın yarılmamış, şu başını bağlama. Birkaç gün çalış da ondan sonra gül! Dünyayı arayan kimse olmayacak ve kötü bir şey aradı. Ukbayı arayansa kendine iyi bir hal aramış oldu.Dünya kazancı için çarelere baş vurmak soğuk bir şeydir. Dünyayı terk etmek için çarelere baş vurmak ise caizdir, emredilmiştir.Hile ve çare diye bir zindanı delip çıkmaya derler. Yoksa birisi zaten açılmış deliği kapatırsa yaptığı iş, soğuk ve ters bir iştir.Bu dünya zindanıdır, biz de zindandaki mahkumlarız. Zindanı del kendini kurtar! Dünya nedir? Tanrı’dan gafil olmaktır. Kumaş, para, ölçüp tartarak ticaret yapmak ve kadın; dünya değildir. Din yolunda sarf etmek üzere kazandığı mala, Peygamber “ne güzel mal” demiştir. Suyun gemi içinde olması geminin batmasıdır. Gemi altındaki su ise gemiye; geminin yürümesine yardımcıdır. Mal, mülk sevgisini gönülden sürüp çıkardığındandır ki Süleyman, ancak yoksul adını takındı. Ağzı kapalı testi, içi hava ile dolu olduğundan derin ve uçsuz bucaksız su üstünde yüzüp gitti. İşte yoksulluk havası oldukça insan, dünya denizine batmaz, o denizin üstünde durur. Bütün bu dünya, onun mülkü olsa bu mülk, gözünde hiçbir şey değildir.Şu halde kalbini Min Ledün ululuğunun havası ile doldur, ağzını da bağla mühürle!Çalışma da haktır, deva da haktır, dert de hak. Münkir kimse çalışmayı inkar da ısrar eder durur.” Aslan bu yolda bir çok delililer getirdi. O cebriler aslanın cevabına kandılar. Tilki, geyik, tavşan ve çakal cebre inanışı ve dedikoduyu bıraktılar. Bu biatte ziyana düşmemek için kükremiş aslanla ahitlerde bulundular... Zahmetsizce her günün kısmeti gelecek, aslanın başka bir teşebbüse ihtiyacı kalmayacaktı.Kura kime isabet ederse günü gününe aslanın yanına sırtlan gibi koşar, teslim olurdu. Bu kadeh dönerek tavşana gelince; tavşan haykırdı: “ Niceye dek bu zulüm?” Hayvanlar dediler ki: “Bunca zamanlardır ahdimize biz vefa ederek can feda ettik. Ey inatçı, bizim kötü bir adla anılmamıza sebep olma, aslan da incinmesin. Yürü, yürü : çabuk, çabuk!” Tavşan, “Dostlar, bana mühlet verin de hilemle sizde beladan kurtulun. Benim hilemle canımız kurtulsun, bu hile çocuklarımıza miras kalsın. Her peygamber, dünyada ümmetini böyle bir kurtuluş yerine davet etti. Peygamberler, halk nazarında gözbebeği gibi küçük görünürlerdi ama felekten kurtuluş yolunu görmüşlerdi. Halk, peygamberleri; gözbebeği gibi küçük gördü, gözbebeğinin manen büyüklüğünü kimse anlayamadı.” Hayvanlar ona: “Ey eşek, kulak ver! Kendini tavşan kadrince tut, haddini aşma! Bu ne laftır ki senden daha iyiler, dünyada onu hatırına bile getirmezler. Ya gururlandın, yahut da kaza, bizim izimizde. Yoksa bu laf, senin gibisine nereden yaraşacak? Dediler. Tavşan, “Dostlar, Hak bana ilham etti. Hakikaten zayıf birisi, kuvvetli bir rey ve tedbire nail oldu. Hak’kın arıya öğrettiğini, aslan ve ejderha bilemez. Arı, terütaze balla dolu petekler yapar. Tanrı ona o ilimden kapı açtı. Hak’kın ipekböceğine öğrettiğini hiçbir fil bilir mi? Toprağa mensup insan Hak’tan ilim öğrendi ve o bilgi ile yedinci kat göğe kadar bütün alemi aydınlattı; Tanrı’ya şüphe eden kişinin körlüğüne rağmen meleklerin adını, sanını unutturdu; altı yüz bin yıllık o zahidin, o buzağının ağzını bağladı. Bu suretle din bilgisi sütünü emmesine, o yüce ve sağlam köşkün etrafında dönüp dolaşmasına mani oldu. Duygu ehlinin, yalnız zahire itibar edenlerin bilgileri, o yüce bilgiden süt emmeleri için ağız bağıdır. Gönül katresine bir inci düştü ki o inci denizlere; feleklere bile verilmemiştir. Ey surete tapan! Niceye dek süret kaygısı? Senin manasız canın süretten kurtulmadı gitti. Eğer insan, süretle insan olsaydı Ahmet’le Ebucehil müsavi olurdu. Duvar üstüne yapılan insan resmide insana benzer. Bak, süret bakımından nesi eksik? O parlak resmin yalnız canı noksan. Yürü o nadir bulunan cevheri ara; Eshab-ı Kehf’in köpeğine el verilince, dünyadaki bütün aslanların başları alçaldı. Canı, nur denizinde gark olduktan sonra ona, kötü ve çirkin süretin ne ziyanı var? Kalemler süreti övmezler. Kitaplara da adamın süretine ait vasıflar değil, “ alim, adalet sahibi “ gibi zatına ait vasıflar yazılır: Bilgi ve adalet sahibi... Hep manadır, onları önde, artta... bir yerde bulamazsın; zata ait sıfatlar Lamekan elinden cana şule vermektedir; can güneşi, göklere sığamaz” dedi. Bu sözün sonu yoktur. Kulak ver tavşan hikayesini anla! Eşek kulağını sat, başka bir kulak al ki bu sözü eşek kulağı anlayamaz! Yürü, tavşanın tilki gibi kurnazlığına bak, onun düşüncesini ve aslanı mağlup edişini gör! Bilgi Süleyman mülkünün hatemidir; bütün alem cesettir, ilim candır. Bu hüner yüzünden denizlerin, dağların, ovaların mahlukatı, insanoğluna karşı aciz kalmıştır. O yüzden kaplan, aslan; fare gibi korkmaktadır. O yüzden ovada, dağda bütün vahşi hayvanlar gizlenmişlerdir. O yüzden periler, şeytanlar, kenarı boylamışlar, her biri gizli bir yerde mekan tutmuşlardır. İnsanoğlunun gizli düşmanı çoktur. İhtiyata riayet eden kişi akıllıdır. Bizden gizli; güzel, çirkin, nice mahlukat vardır ki onlar daima gönül kapısını çalıp dururlar. Yıkanmak için dereye girince derenin dibindeki diken sana zarar verir; gerçi diken suyun dibinde gizlidir, fakat sana batınca mevcudiyetini anlarsın. Vahiy ve vesveselerin ızdırapları, binlerce kişiden gelir, bir kişiden değil. Şüphe ediyorsan sabret, duyguların değişince onları görürsün, müşkül hallolur; O vakit kimlerin sözlerini ret etmişsin, kimleri kendine ulu eylemişsin görürsün. Ondan sonra dediler ki: “Ey çevik tavşan! Aklındakini meydana çıkar! Ey bir aslanla pençeleşen, kavgaya girişen, düşündüğün şeyi söyle! Danışmak, insana anlayış ve akıl verir; akıllar da akıllara yardım eder. Peygamber “Ey tedbir sahibi, danış ki kendisiyle danışılan kişi emindir” dedi. Tavşan, “Her sır söylenemez, gah çift dersin, tek olur; gah tek dersin, çift çıkar! Aynanın berraklığını, yüzüne karşı översen nefesinden ayna çabucak buğulanır, bulanır, bizi göstermez olur. Şu üç şey hakkında dudağını kıpırdatma: Gittiğin yol, paran, bir de mezhebin.Çünkü bu üçünün de düşmanı çoktur. Düşman bildi mi, sana pusu kurar. Bir iki kimseye söyledin mi, artık sırra veda et. İki kişiyi aşan bir başkasına da söylenen her sır, yayılır. İki üç kuşu birbirine bağlasan elem içinde yerde hapis kalırlar. Üstü örtülü güzel bir tarzda, kurtulmak için konuşur, danışırlar. Danışmaları, görenleri yanıltacak şekilde kinayelerledir. Peygamber, kapalı bir tarzda meşveret ederdi. Eshap cevap verir, düşman haberdar olmazdı. Düşman, baştan ayağı bilmesin, bir şeyi sezmesin diye reyini kapalı misalle söylerdi. Bu misalle muradını anlatmış olurdu. Ağyar sorusundan bir koku bile duymaz, hiçbir şey anlamazdı” dedi. Tavşan, aslana gitmede biraz gecikti, sonra pençesi kuvvetli aslanın yanına gitti. Aslan tavşan gecikti diye pençesi ile toprağı kazmakta, kükremekteydi: “Ben, o alçakların ahdi hamdır, ham ahitleri kötüdür, sözlerinde durmazlar demiştim. Onların gürültüleri beni yaya bıraktı. Bu felek beni ne vakte kadar aldatacak, ne vakte kadar? Tedbirsiz emir adamakıllı aciz kalır. Çünkü ahmaklığından dolayı ne önünü görür, ne ardını!” dedi. Yol düzgün ama altında tuzaklar var. Yazının tarzı hoş ama içinde mana kıt. Sözler, yazılar, tuzaklara benzer. Tatlı sözler bizim ömrümüzün kumudur.İçinde su kaynayan kum pek az bulunur; yürü, onu ara! Ey oğul ! O kum, Tanrı eridir. O er kendinden ayrılmış Hak’a ulaşmıştır.Ondan dinin tatlı suyu kaynayıp durmaktadır. İstekliler o sudan hayat bulurlar, gelişirler, yetişirler. Tanrı erinden başkasını kuru kumsal bil ki o kumsal, her zaman senin ömür suyunu içer, mahveder. Hakim olan erden hikmet iste ki onunla görücü, bilici olasın. Hikmet arayan hikmet kaynağı olur, tahsilden ve sebeplere teşebbüsten kurtulur. Bilgileri hıfzeden levh, bir Levh-i Mahfuz olur; aklı ruhtan nasiplenir, feyz alır. Önce aklı hoca iken, sonra akıl ona şakirt olur. Akıl; Cebrail gibi “Ey Ahmed, bir adım daha atarsam yanarım! Sen beni bırak, budan sonra sen ileri yürü. Ey can sultanı benim haddim bu karardır” der. Tembellik yüzünden şükür ve sabırla kalan, ancak şunu bilir: Ayağını “cebir” tutmuştur. (Bana bunu Tanrı vermiş demektedir).Cebir iddia eden, hasta değilken kendisini hasta göstermiştir. Nihayette hastalık o kimseyi sıhhatten ayırmıştır. Peygamber, “Şakacıktan hastalanış gerçekten hastalık getirir ve o adam nihayet mum gibi söner gider” dedi. Cebir ne demektir? Kırık sarmak, yahut kopmuş damarı bağlamak. Madem ki bu yolda ayağını kırmadın; kiminle alay ediyorsun, ayağını niye sardın? Çalışma yolunda ayağı kırılana derhal Burak geldi ona bindi. Din emirlerini yüklenmişti, şimdi kendi bindi... Ferman kabul ediciydi, makbul oldu.Şimdiye kadar Padişahın fermanını kabul eder, o fermana uyardı, bundan sonra askere ferman verir! Şimdiye kadar talih yıldızı ona tesir ederken bundan sonra o zat yıldızı üzerine emredici olur. Eğer sen bundan şüphelenirsen o halde “Şakk-ı Kamer” den de şüphelisin. Ey gizlice heva ve hevesini tazeleyen kimse! İmanını tazele ama yalnız dille olmasın. Heva ve heves tazelenip durdukça iman taze değildir. Çünkü heva iman kapısının kilididir. Bakir sözü tevil etmişsin; sen kendini tevil et, Kur’anı değil. İsteğine göre Kur’anı tevil ediyorsun. Yüce mana, senin tevilinden aşağılandı, aykırı bir şekle girdi!!! Senin ahvalin bir sineğe benzer ki o kendini bir adam sanırdı. İçmeden kendi kendine sarhoş olmuş, zerresini güneş görmüş.Doğan kuşlarının övüldüğünü işitmiş; “ Şüphe yok ki ben vaktin Anka'sıyım” demişti. O sinek eşek sidiği birikintisindeki saman çöpünün üstünde gemi kaptanı gibi baş kaldırıp. “ Ben, deniz ve gemi hikayesini okumuş, bir zaman bunu düşünmüştüm. İşte şu deniz, şu gemi, ben de ehliyetli, rey ve tedbir sahibi bir kaptanım” dedi.Deniz üstünde salınıp durmaktaydı. O kadarcık bir su ona haddinden fazla göründü.O sidik sineğe göre hudutsuzdu. Sinekte onu olduğu gibi görecek göz nerede? Onun alemi kendi görüşüne göre olur. Gözü bu kadardır, denizi de ona göre! Batıl tevilci, sinek gibidir. Vehmi eşek sidiği, tevil ve tasavvuru saman çöpüdür.Eğer sinek kendi reyiyle sağlandığı tevilden geçse, baht o sineği hüma yapar. Bu ibret gözüne sahip olan sinek olmaz; ruhu, sürete layık olmayacak derecede yüksek bir zat olur. Aslanla pençeleşen o tavşan gibi. Onun ruhu, nasıl olur da küçücük cüssesine layık olur? Aslan hiddetle: “ Düşman aldatıcı sözlerle gözümü kapattı. Cebrilerin hileleri beni bağladı, tahta kılıçları vucudumu yordu. Bundan sonra ben artık o gürültüyü dinlemem. Onlar hep şeytanların, gulyabanilerin sesleri! Ey gönül; durma, onları parçala, derilerini yüz. Zaten onlar deriden başka bir şey değildir! diyordu. Deriden maksat nedir? Renk renk laflar... su üstündeki, durmalarına imkan olmayan menevişler gibi. Bu söz deri gibidir, mana onun içi; bu söz, ceset gibidir, mana, can. Kötü iç’in ayıbını deri örter; iyi iç’i de gayret dolayısı ile Gayb alemi. Kalemin rüzgardan, kağıdın sudan olursa ne yazarsan derhal yok olur. Manasız söz su üstüne yazılan yazıdır. Ondan vefa umarsan iki elini ısırarak dönersin (pişman olur). Rüzgar, insandaki heva ve arzudur. Heva ve hevesten geçersen Tanrı’nın haberi kalır, ondan haber alırsın. Tanrı’nın haberleri çok hoştu; çünkü baştan sona kadar ebedidir. Peygamberlerin ululuğundan ve hutbelerinden gayrı padişahların hutbeleri, ululukları, adları, sanları değişir baki kalmaz.Çünkü padişahların kuvvetleri hevadandır. Peygamberlerin icazetnameleri ise ululuk sahibi Tanrı’dandır.Paralardan padişahların adlarını kazırlar; Ahmed’in adını ise kıyamete kadar hakkederler.Ahmed’in adı, bütün peygamberlerin adıdır. Yüz elimizde olunca doksan da bizde demektir. Tavşan aslana gitmede epeyce gecikti. Yapacağı hileyi kendisince kararlaştırdı. Bir hayli geciktikten sonra aslanın kulağına bir iki sır söylemek üzere yola düştü. Akıl diyarında nice alimler vardır! Bu akıl denizi ne kadar engindir. Bizim şu şeklimiz bu tatlı denizde su üzerinde kaseler gibi yüzer. İçi dolu olmadıkça kap, suyun yüzündedir. Dolunca denize batar. Akıl gizlidir ortada bir alem görünüp durur. Bizim şeklimiz; o denizin dalgasından yahut ıslaklığından ibarettir. Süret o denize ulaşmak için neyi vesile ederse etsin, deniz; süreti, o vesile yüzünden daha uzağa atar. Gönül, kendisine sır vereni; ok, kendisini uzağa atanı görmedikçe. Atımı kaybettim sanır, bindiği atı inat ve hırçınlıkla yolda hızlı hızlı koşturur! O yiğit atını kaybolmuş sanır. At ise onu yel gibi koşturmuştur! O sersem bağırır, arar, tarar kapı kapı dolaşır, her tarafı arar sorar:“Atımı çalan nerede, kimdir?” Efendi, şu uyluğunun altındaki mahluk ne?Evet, bu attır; fakat bu at nerede? Ey at arayan yiğit binici, kendine gel! Can, apaçık olduğundan, pek yakın bulunduğundan görünmez. İnsan, içi su ile dolu, dışı kupkuru küp gibidir. Kırmızı, yeşil ve sarı... bu üç renkten önce ziyayı görmezsen bunları nasıl görürsün? Fakat senin aklın renkler içinde kaybolduğundan dolayı o renkler senin nuru görmene perde olur. Gece olunca o renkler örtüldü, o vakit rengi görmenin nurdan olduğunu görüp anladın. Harici nur olmadıkça rengin görünmesi mümkün değildir. İçteki hayal rengi de böyledir. Dış renkleri güneş ve Süha yıldızının nuruyla görünür. İç renkleri ise yüce nurların aksiyle görünür. Gözünün nurunun nuru da gönül nurudur. Göz nuru gönüllerin nurundan meydana gelir. Gönül nurunun nuru da, akıl ve duygu nurundan olmayan, onlardan ayrı bulunan Tanrı nurudur. Geceleyin nur yoktu, renkleri görmedin. Nurun zıddıyla sana sabit oldu ki, önce nur görünür, sonra renk. Bunu da nurun zıddıyla tereddütsüz olarak bilirsin. Tanrı; bu zıddıyetle gönül hoşluğu meydana gelsin, her şey iyice anlaşılsın diye hastalığı ve kederi yarattı. Şu halde gizli olan şeyler, zıddıyetle ortaya çıkar. Hak’kın zıddı olmadığından gizlidir. Evvela nura bakılır, sonra renge. Çünkü beyaz ve zenci, birbirine zıt olduğu için meydana çıkar. Sen nuru zıddıyla bildin. Zıt, zıddı meydana çıkarır gösterir. Varlık aleminde Hak nurunun zıddı yoktur ki açıkça görünebilsin.Hulasa gözlerimiz onu idrak edemez; o, bizi görür, idrak eder. Sen bunu, Musa ile Tur kısasında gör! Süretle manayı; aslanla orman, yahut ses ve sözle düşünce gibi bil. Bu söz, bu ses, düşünceden meydana geldi. Fakat düşünce denizi nerede? Onu bilemezsin. Ama latif bir söz dalgası görünce onun denizinin de kadri yüce bir deniz olacağını anlarsın. Bilgiden düşünce dalgası zuhura gelince mana, söz ve sesten bir süret düzdü. Sözden bir şekil doğdu, yine öldü. Dalga kendini yine denize iletti.Süret süretsizlikten çıktı, yine süretsizliğe döndü. Zira biz yine Tanrı’ya döneceğiz.Şu halde sen her göz açıp kapamada ölüyor, diriliyorsun. Mustafa “dünya bir andan ibarettir” buyurdu. Bizim fikrimiz havada bir oktur. Havada nasıl durur? Tanrı’ya gelir. Her nefeste dünya yinelenir. Fakat biz, dünyayı öylece durur gördüğümüzden bu yenilenmeden haberdar değiliz. Ömür su gibi yeniden yeniye akıp gider. Fakat cesette bir daimilik gösterir. Elinde hızlı hızlı oynattığın ucu ateşli bir sopa nasıl upuzun ve tek bir ateş hattı gibi görünürse de pek çabuk akıp geçtiğinden daimi bir şekilde görünür. Ateşli çöpü sallasan ateş gözüne upuzun görünür. Bu ömür uzunluğu da Tanrı’nın tez tez halk etmesindendir. Tanrı’nın yeniden yeniye ve süratle halk etmesi ömrü öyle uzun ve daimi gösterir. Bu sırrı bilmek isteyen, pek büyük ve derin bir alim olsa bile kendiliğinden bilemez, ona de ki: işte Hüsamettin buracıktadır. O ,yüce bir kitaptır. (ondan öğren) Aslanın kızgınlığı arttı, titizlendi. Baktı ki tavşan uzaktan geliyor. Korkusuz ve çalımlı bir tavırla hiddetli, titiz, kızgın, suratı asık bir halde koşmakta, çünkü müteessir ve zebun bir halde gelişten suçluluk anlaşılır. Ama cesurluk her türlü şüpheyi giderir. Aslanın hizasına yaklaşıp ilerleyince aslan bağırdı: “Bire adam evladı olmayan! Ben ki filleri parça parça etmişim; ben ki erkek aslanların kulağını burmuşum; bir tavşan parçası kim oluyor ki böyle benim emrimi ayak altına atsın! Tavşan uykusunu ve gafletini bırak; ey eşek, bu aslanın kükreyişini dinle!” Tavşan dedi ki: “Eğer efendimiz affederlerse aman dileyeceğim, mazeretim var.” Aslan “Ey ahmaklardan arda kalan, bu ne biçim özür? Padişahlar huzuruna bu zaman mı gelinir? Sen vakitsiz öten horozsun, başını kesmeli. Ahmağın mazereti dinlenmez. Ahmağın özrü kabahatinden beter olur. Cahilin özrü her ilmin zehridir. Ey tavşan! Senin özründe bilgi yok. Ben tavşan değilim ki kulağıma sokasın” dedi. Tavşan “Padişahım, adam olmayanı da adam sırasına koy; zulüm görenin mazeretine kulak ver! Hele mevkiinin sadakası olarak yolunu şaşıranı kendi yolundan sürme! Bütün ırmaklara su veren deniz bile her çöpü başının üstünde taşır. Deniz bu kereminden dolayı eksilmez; ihsanı yüzünden aşağılanmaz” dedi. Aslan dedi ki: “Ben yerinde ve layık olana kerem ve ihsanda bulunurum; herkesin elbisesini boyuna göre biçerim.” Tavşan “Dinle, eğer lütfa layık değilsem kahır ejderhasının önüne baş koydum, ne yaparsan yap! Ben kuşluk vakti yola düştüm, arkadaşımla padişahıma geliyordum. Arkadaşlarım, senin için başka bir tavşanı da bana yoldaş etmişler. Bir erkek aslan, kulunuzun kanına kastetti. Yolda, bu iki yoldaşa da sataştı. Ben ona “Biz padişahlar padişahının kuluyuz, o kapının iki küçük kapı yoldaşıyız” dedim. Dedi ki: “Utan be! Padişahlar padişahı dediğin kim oluyor? Benim huzurumda öyle her adam olmayanın adını anma! Eğer huzurumdan iki adım ileri atarsan seni de, padişahını da paramparça ederim.” “Beni bırak, bir kerecik daha padişahımın yüzünü görüp seni haber vereyim” dedim. Dedi ki: “Yoldaşını huzurumda rehin bırak; yoksa sen benim kanunumca kurbansın.” Ona çok yalvardık, hiç fayda etmedi. Yoldaşımı alıp beni yalnız bıraktı. Arkadaşım hem şişmanlık ve letafetçe, hem de güzelli ve irilik bakımından benim üç mislimdi. Bundan böyle o aslan tarafından bu yol kapanmıştır, böyle bir düşman yüzünden,Padişahım, yol bağlıdır.Bundan sonra tahsisattan ümidini kes. Ben doğru söylüyorum, doğru söz acıdır. Sana tahsisat lazımsa yolu temizle. Haydi gel, o pervasızı oradan kaldır!” dedi. Aslan dedi ki: “Bismillah, haydi gel bakalım, nerede o? Doğru söylüyorsan düş önüme! Onun da cezasını vereyim, onun gibi yüz tanesinin de. Fakat bu sözün yalansa seni cezalandırırım.” Tavşan; onu, kurduğu dolaba düşürmek için kılavuz gibi öne düştü. Nişan koyduğu bir kuyuya doğru yola çıktılar. Aslana derin bir kuyuyu tuzak yapmıştı. Her ikisi de kuyunun bulunduğu yere yaklaştılar. İşte sana hilebaz, saman altından su yürüten bir tavşan! Su bir saman çöpünü ovaya götürür ama bir dağı nasıl sürükler acaba? Onun hile tuzağı aslana kemenetti. Ne tuhaf tavşan ki bir aslanı avlıyor! Bir Musa, Firavun’u askeriyle, başındaki kalabalıkla Nil nehrinde öldürür; Bir sivrisinek yarım kanadıyla pervasızca başın beynini yarar. Düşman sözü dinleyenin hali budur. Hasetçinin dostu olanın uğradığı cezayı gör! Haman’ı dinleyen Firavun’un, Şeytan’ı dinleyen Nemrud’un hali budur. Düşman her ne kadar dostça söylerse de, her ne kadar taneden, yemden bahsederse de sen onu tuzak bil! Sana şeker verirse sen bunu zehir bil, bir lütufta bulunursa onu kahır bil! Kaza gelince kabuktan başka bir şey göremez, düşmanları dostlardan ayıramazsın. Böyle olunca yalvarmaya başla, ağlayıp inlemeye, tesbihe, oruca devam et! “Rabbim, sen gaipleri bilirsin. Günahtan dolayı bizden intikam alma” diye yalvar, yakar! “Ey aslanları yaratan! Eğer biz bir köpeklik etmişsek bu pusudan bizim üstümüze aslanı saldırma! Güzel suya ateş şeklini, ateşe de su letafetini verme!” diye niyaz et! Yarabbi, sen kahır şarabıyla insanı sarhoş edersen yok olan şeylere varlık suretini verir, onları var gibi gösterirsin. Sarhoşluk nedir? Taşı gevher, yünü yeşim taşı görecek derecede gözün bağlanması, görmemesidir. Sarhoşluk nedir? Ilgın ağacı göze sandal ağacı görünecek kadar duyguların değişmesidir! Süleyman’ın büyük divan çadırı kurulunca bütün kuşlar huzuruna geldiler. Onu kendi dilini anlar, sırrını bilir bir zat bulup huzuruna canla, başla bir bir koştular. Bütün kuşlar, cik cik ötmeyi bırakmışlar; kardeşinin seninle konuşmasından daha fasih bir surette Süleyman’la konuşmaya başlamışlardı. Aynı dili konuşma, hısımlık ve bağlılıktır. İnsan yabancılarla kalırsa mahpusa benzer. Nice Hintli, nice Türk vardır ki dildeştirler. Nice iki Türk de vardır kibirbirlerine yabancı gibidirler. Şu halde mahremlik dili, bambaşka bir dildir. Gönül birliği dil birliğinden daha iyidir. Gönülden sözsüz, işaretsiz, yazısız yüz binlerce tercüman zuhur eder. Kuşların hepsi, bütün sırlarını, hünerlerine, bilgi ve işaretlerine ait şeyleri. Süleyman’a birer birer apaçık söylüyorlar, kendilerini bildirmek ve tanıtmak için öğünüyorlardı. Bu öğünmek kibirden, varlıktan dolayı değildi. Her kuş, onun huzuruna varsın, yakınlarından olsun diye öğünüyordu. Bir kul, bir efendiye kul olmak dilerse hünerinden bir miktarını ona arz eder. Fakat o efendi tarafından satın alınmayı istemezse kendisini hasta, sağır, çolak ve topal gösterir. Hüthüdün hünerini arz etme sırası geldi; sanatını ve düşüncelerini bildirme nöbeti erişti. Dedi ki; “Ey Padişah, en küçük bir hünerimi kısaca arz edeyim. Kısa söylemek daha iyidir.” Süleyman “Söyle bakalım, o hangi hünerdir?” dedi. Hüthüt, “Gayet yükseklerde uçtuğum zaman, havadan bakınca yerin ta dibindeki suyu görürüm. O su nerededir, derinliği ne kadardır, rengi nedir, topraktan mı kaynıyor, taştan mı? Hepsini görür, bilirim. Ey Süleyman! Ordu kurulacak yeri tayin etmek üzere beni sefere beraber götür” dedi. Süleyman da “Ey iyi yoldaş! Susuz ve uçsuz bucaksız çöllerde sen bize arkadaş ol; bu suretle su bulur, seferde yoldaşlara saka olursun” dedi. Karga, bunu işitince hasedinden ilerleyip Süleyman’a “Hüthüt aykırı ve kötü söyledi. Padişah huzurunda söz söylemek, edebe aykırıdır. Hele yalan ve olmayacak söz olursa. Eğer onun böyle bir görüşü olsaydı bir avuç toprak altındaki tuzağı nasıl görmezdi? Nasıl olur da tuzağa tutulurdu, nasıl olur da ümitsiz bir halde kafese girerdi?” dedi. Bunun üzerine Süleyman dedi ki: “Ey Hüthüt! Daha ilk kadehte böyle bulunman layık mı, akla sığar mı? Ayran içen! Kendini nasıl oluyor da sarhoş gösteriyor, huzurumda sonu yalan çıkacak bir söz söylüyorsun?” Hüthüt dedi ki: “ Padişahım, Allah aşkına bu çıplak yoksul hakkında düaAşmanın söylediği sözü dinleme! Eğer ettiğim dava yalansa işte başımı koydum, boynumu vur! Kaza hükmünü inkar eden karga, binlerce aklı olsa yine kafirdir. Sende “kafirler” sözünden “ “ harfi, küfür sıfatlarından bir sıfat bulunsa kadının ferci gibi şehvet yerisin, pis pis kokarsın . Eğer kaza gözümü ve aklımı kapatmazsa ben tuzağı havada da görürüm. Fakat kaza gelince bilgi, uykuya dalar, ay kararır gün tutulur. Kazanın bu çeşit hilesi nadir midir ki? Kaza ve kaderi inkar edenin inkarı bile bil ki kaza ve kaderdendir”. “Allemelesma” ya bey olan, her damarında yüz binlerce ilim bulunan insanlar atası, her şeyin adını, nasılsa öylece bilmiş sonunda ne olacaksa sonuna kadar da agah olmuştu. O, eşyaya ne lakap verdiyse değişmemiştir; çevik dediği tembel çıkmıştır. Sonunda mümin olacak kimseyi önceden gördü; sonunda kafir olacak adamda ona belli oldu. Her şeyin adını bilenden işit; “Allemelesma” remzinin sırrını duy! Bize göre her şeyin adı, görünüşe tabidir; nasıl görünüyorsa biz, ona öyle deriz. Fakat Tanrı’ya göre iç yüzüne hakikatine tabidir. Musa’ya göre sopasının adı asa; Yaratan yanında ise ejderha idi. Bu alemde Ömer’in adı puta tapan idi, halbuki “Elest” te onun ismi mümindi. Bizim yanımızda adı meni olan şey, Hak yanında şu benlikle zahir olan süretti. Bu meni yokluk aleminde vardı; eksiksiz, artısız aynen Tanrı’nın ilminde mevcuttu. Hasılı Tanrı indinde sonumuz ne olacaksa hakikatte adımız o olmuştur. Tanrı insana akıbetine göre bir ad koyar. Halkın taktığı ödünç ada göre değil! Adem’in gözü Tanrı’nın pak nuru ile gördüğünden adların hakikati ve iç yüzü ona ayan olur. Melekler onda Hak nurunu görünce hepsi ona yüzüstü secdeye vardılar. Adını andığım şu Adem’i kıyamete kadar övsem, vasıflarını saysam yine övmekten acizim! Adem bunların hepsini bildi. Fakat kaza gelince nehyi bilme yüzünden hataya düştü. Acaba bu nehiy, haram olduğundan mıdır, yoksa korkutmak için mi? Gönlünce tevili üstün tutunca kendisi hayrette iken tabiatı, buğdaya doğru koştu. Bahçıvanın ayağına diken batınca hırsız fırsat buldu, esvabını çalıp kaçtı. Adem hayretten kurtulup tekrar yola gelince gördü ki hırsız eşyayı iş yerinden götürmüş! “Rabbena İnna zalemna” deyip ah etmeye başladı. Yani “karanlık bastı yol kayboldu” dedi. Bu kaza, güneşi örten bir buluttur. Aslan ve ejderha bile ondan feryat ve figan etmektedir. “Kaza ve kader zuhur edince bir tuzağı bile görmüyorsam bu yolda cahil olan yalnız ben değilim ya!” Zorlamayı bırakıp feryad ü figana koyulan kişi ne kutlu kişidir; o, iyi bir işe sarılmıştır. Eğer kaza, seni gece gibi sararsa sonunda yine elinden tutacak odur. Yüz kere canına kastederse yine sana can veren, derdine derman olan kazadır. Bu kaza yüz kere yolunu kesse de yine senin çadırını göklerin üstüne kurar. Seni eminlik mülküne götürmek için bu korkutmasını inayet bil! Bu sözün sonu gelmez, söz de uzadı. Sen tavşanla aslan hikayesini dinle. Kuyu yanına gelince aslan, tavşanın geri kaldığını gördü. Dedi ki: “Niçin ayağını geri çektin. Ayağını geri çekme ileri gel!” Tavşan “Ayağım nerede? Elim ayağım kesildi. Canım tir tir titriyor,yüreğim yerinden oynadı. Yüzümün rengini görmüyor musun? Altın sarısı gibi. Rengim, ne halde olduğumu bildiriyor. Tanrı yüze “bildirici” demiştir. Onun için ariflerin gözü, yüze dalmış kalmıştır. Renk ve koku, can gibi haber verir; atın kişnemesi atın mevcudiyetini bildirir. Eşeğin sesini kapının sesinden fark edesin diye her şeyin sesi, o şeyi haber verir. Peygamber insanları ayırt etmek hususunda “insan sözünde gizlidir” dedi. Yüzün renginde gönül halinden bir nişan vardır. Bana acı sevgimi kalbinde tut! Kırmızı yüz sahibinin, refah ve saadetine delalet eder, sarı yüz, meşakkat ve bela içinde olduğunu bildirir. Elimi, ayağımı alana, yüzümün rengini uçurana, kuvvetimi giderene, çehremi bozana uğradım. Önüne geleni kırana, ağaçları kökünden, dibinden söküp çıkarana sataştım. Adamları, hayvanları, cemadat ve nebadatı mat edene rastladım. Bunlar cüziyattır, küllüyatın da onun yüzünden renkleri sararmış, kokuları bozulmuştur. Cihan; gah sabredip gah şükrettikçe bağlar, bahçeler gah giyinir, gah çırılçıplak kalır. Güneş ateş renginde doğmuşken diğer bir saatte baş aşağı batar; göklerde parıldayan yıldızlar; zaman zaman ihtirake uğrarlar. Güzellikte yıldızlardan daha parlak olan ay da ince ağrıya tutulup hilal olur. Çok sakin ve edepli olan bir yeri de sarsıntı sıtmaya düşürür. Nice dağlar, bu ansızın gelen felaketten dolayı yeryüzüne kumlar gibi dağılıvermiştir! Ruhla eş olan hava bile kaza baş gösterince veba kesilir, ufunetlenir:Ruhun kız kardeşi olan latif su, bir gölcükte sarı, acı ve bulanık bir hale gelir; azametli ve kibirli ateşi bile bir yel söndürüverir! Denizin halini de ıstırabından, coşkunluğundan anla, akılının değişik durduğunu, kalıptan kalıba girdiğini bil! Tanrı rızasını arayıp duran başı dönmüş feleğin hali de oğullarının hali gibidir: Gah en altta, gah ortada, gah en tepede. Onda da bölük bölük kutlu ve yomsuz zamanlar var! Ey külliyat ile karışmış olan, ey insan! Basit cisimlerin halini de kendinden kıyas et! Külliyatın böyle hastalıkları, böyle dertleri olunca onların cüzilerinin yüzü nasıl sararmaz? Hele birbirine zıt olan şeylerden; su, toprak, ateş ve yelden meydana gelmiş cüzü... Koyunun kurttan kaçmasına şaşılmaz; şaşılacak şey bu koyunun kurda gönül vermesidir! Sağlık zıtların sulhüdür; aralarında savaşın başlamasını da ölüm bil! Tanrı’nın lütfu, bu aslanla yaban eşeğine, bu iki zıtta, vefakarlık hususunda bir ülfet vermiştir. Dünya hasta ve mahpus olunca, hastanın fani olmasına şaşılır mı?” Tavşan aslana bu çeşit nasihatler verip “Ben bu sebepler yüzünden geriledim” dedi. Aslan dedi ki: “Sen bu sebepleri bırak ta şu geriye çekilmenin sebebini söyle, benim maksadın o.” Tavşan, O “aslan bu kuyunun içinde oturuyor; bu kalenin içinde bütün afetlerden emin” dedi. Aklı olan kimse oturmak için kuyu dibini seçmiştir. Çünkü gönül, sefaları halvetler. Kuyunun karanlığı, halkın verdiği karanlıklardan daha iyidir. Halkın ayağını tutan, halkla karışıp görüşen; başını kurtaramamış, selamete erişememiştir. Aslan “İleri yürü. Benim açacağım yara, onu kahreder, bir bak , o aslan orada mı?” dedi. Tavşan “Ben o ateşten bir kere yanmışım. Sen beni kucağına alırsan, ey kerem madeni, ancak o vakit yardımınla gözümü açar, kuyuya bakabilirim” dedi. Aslan onu kucağına aldı. O da aslanın himayesinde kuyuya kadar vardı. Kuyunun içine, suya bakınca aslanın ve onun aksi parıldadı. Aslan su içinde parıldayan aksiiini gördü. Suda bir aslan şekliyle kucağında şişman bir tavşan şekli gördü. Su içinde düşmanını görünce tavşanı bırakıp kuyu içine sıçradı.Kendi kazdığı kuyuya kendi düştü. Çünkü yaptığı zulüm kendi başına geldi.Zalimlerin zulmü karanlık bir kuyudur; bütün alimler böyle dediler: Daha ziyade zalim olanın kuyusu, daha korkunçtur. Adalet “daha kötüye daha kötü ceza verilir” buyurmuştur. Ey zulümle bir kuyu kazan! Sen kendin için tuzak hazırlıyorsun. İpek böceği giiibi kendi etrafını örme; kendine kuyu kazarsan bari kararlıca kaz! Zayıfları sen yardımcısız, kimsesiz sanma; Kur’andan “İza cae nasrullah”ı oku. Sen filsen, düşmanın senden ürkmüşse sana ceza olarak işte ebabil kuşu gelip çattı. Yerde bir zayıf aman dilerse, gökyüzü askerleri birbirlerine karışırlar. Sen birisini dişinle ısırıp da kan içinde bırakırsan diş ağrısına tutulunca ne yaparsın? Aslan, kuyuda kendisini görünce hiddetinden o anda kendini düşmanından ayırt edemedi. Kendi aksini kendi düşmanı sandı, hulasa kendine kılıç çekti. Ey Adam! İnsanlarda gördüğün bir çok zulümler, senin huyundur; sen kendi huyunu onlarda görüyorsun. Senin varlığın, nifakın, zulmün, gafletin onlara aksetmiştir. Sen o sun, sen kendini yaralamaktasın. O anda lanet ipliğini kendine kendin dokuyorsun! O kötülüğü sen kendinde açıkça görmüyorsun. Görsen kendine kendin candan düşman olurdun. Ey ahmak kendine saldıran o aslan gibi sen de kendine saldırıyorsun. Ahlakının künhüne erişir, hakikatini anlarsan o adam olmamazlığın senden olduğunu bilirsin. Aslan; başka bir aslan gibi görünen şeklin, kendi aksinden ,ibaret olduğu kuyu dibinde zahir oldu. Bir zayıfın dişini söken, o ters gören aslanın işini işlemektedir. Ey başkasının yüzünde kötü bir ben gören! Gördüğün kendi beninin aksidir, ondan nefret etme! “Müminler birbirinin aynasıdır”. Bu haberi Peygamberden rivayet etmediler mi? Gözünün önüne gök renkli bir cam koymuşsun, o sebepten alem sana gök görünüyor. Kör değilsen bu körlüğü kendinden bil. Kendine kötü de başkasına deme! Eğer mümin Tanrı nur ile bakmamış olsaydı; gaip mümine bütün çıplaklığı ile nasıl görünürdü? Fakat sen Tanrı nuru ile değil Tanrı ateşi ile baktığından kötülükte kaldın iyilikten gafil oldun. İyiliği kötülükten ayırt edemedin, kötülükten de gafil oldun; iyilikten de. Ey gama kedere dalmış adam! Azar azar ateşe nur serp ki ateşin nura dönsün. Ya Rabbi, sen de o tertemiz suyu serp de alemin şu ateşi tamamıyla nur olsun. Denizin suyu hep ferman altındadır; ya Rabbi su da senindir, ateş de.Sen istersen ateş, latif su olur; dilemezsen su bile ateş kesilir. Bizim şu niyazımızı da yine sen ilham etmektesin. Zulümden kurtulmamız, senin ihsanındır. Sen bize bu isteği, biz istemeksizin verdin, hadsiz, hesapsız ihsanlar da bulundun. Tavşan kurtulduğuna sevinerek ovaya, av hayvanlarına koştu. Aslanın kuyuda öldüğünü görünce çayıra doğru güle oynıya gitmekte idi. Ölümün pençesinden kurtulduğundan ayağı yerden kesilmiş, sevinmiş; el çırpmakta, dallar, yapraklar gibi yeşermiş neşelenmiş, oynamaktaydı. Dallar, yapraklar toprak hapsinden kurtulunca başlarını yükseltir, rüzgarın eşi arkadaşı olurlar. Yapraklar, daldaki tomurcukları yarıp çıkınca ağacın ta üstüne çıkarlar. Her meyve ve her yaprak, tomurcuğunun diliyle Tanrı’nın şükrünü terennüm eder. Bizim aslımızı ihsan sahibi Tanrı yetiştirdi, nihayet ağaç kalınlaştı, doğrulup yükseldi de. Su çamur içinde olan canlar da bataklıklardan, su ve çamurdan kurtulunca gönülleri sevinç dolu bir halde. Tanrı aşkının havasında raks ederler; ayın on dördü gibi noksansız ve tam bir hale gelirler. Tenleri oynayıp durur, ya canları ne haldedir? Sorma! Tamamı ile can olanlara gelince; onları hiç sorma (anlatmaya imkan yok!) Tavşan aslanı zindana soktu, aslan için ne ayıp şey; bir tavşancıktan geri kaldı! Böyle bir ayıba sahip olduğu halde şaşılacak şey şurasıdır ki bir de kendisine Fahrettin lakabını takmalarını ister! Ey kişi! Sen bu dünya kuyusunun dibinde mahpus kalan bir aslansın. Tavşan gibi olan nefsin seni nasıl kahretti? Senin tavşan nefsin sahrada yiyip içmekte, zevk ve sefa etmekte. Sen ise şu dedikodu, bahis ve münakaşa kuyusunun dibindesin! O aslan avcısı tavşan, av hayvanlarının bulunduğu yere koşup “birbirinizi muştulayın. Size müjdeci geldi. Müjde ey zevki sefaya dalmış olanlar! Müjde ki o cehennem köpeği, geldiği cehenneme gitti. Müjde! Tanrı, o can düşmanının dişlerini söktü. Pençesiyle nice başlar ezen düşmanı, ölüm süpürgesi çerçöp gibi süpürdü gitti” dedi.O zaman bütün hayvanlar, sevinçli bir halde gülüp oynayarak, onun yüzünü öptüler. Etrafına halka oldular. O çırağ gibi ortalarındaydı. Bütün sahradakiler ona secde ettiler. “Sen gökten inen bir melek misin, yoksa peri misin? Hayır ne meleksin ne peri! Sen, erkek aslanların azrailisin! Ne olursan ol; canımız sana kurban olsun! Ona galip geldin, elin kolun sağ olsun! Tanrı bu suyu senin arkından akıttı; eline koluna aferin. Bir daha söyle! Onu hile ile nasıl inandırdın; o zalimi düzenle nasıl kahrettin? Bir daha söyle ki hikayen dertlere derman, canlara merhem olsun! Bir daha söyle ki o sitemkarın zulmünden canlarımızda yüz binlerce yaralar var” dediler. Tavşan dedi ki: “Ey ulular! Tanrı yardım etti, yoksa dünyada bir tavşan kim oluyor ki? Koluma kuvvet, kalbime kudret verdi, cenneti, huriyi kucağıma attı. Üstünlükler Hak’tan gelir, hallerin değişmesi de ondandır. Hak; bu kuvvet kudreti zan ve yakin ehline nöbetleşe göstermektedir. Ey ikbal nöbetine erişen! Kendine gel, sevinme! Sen nöbetle mukayyetsin, hürlük taslama! Saltanatı nöbetten üstün olan, ikbali ebedi bulunan nöbet davulunu yedi yıldızdan üstün bir yerde çalarlar. Nöbetten üstün olanlar, baki padişahlardır; onlar daima ruhlara sakidir. Bir iki gün su içmeyi terk edersen ağzını ebediyet şarabına daldırır, o hakikat şarabını içersin.
AHMED'E DOĞRU 2 / 4
İ sa dinini mahvetmek için aynı Yahudinin neslinden diğer bir padişah meydana çıktı. Bu diğer padişahın meydana çıkışını haber almak istersen “Vessamai zatülburüc” süresini oku. Birinci padişahtan doğan kötüye adeta bu padişahta ayak uydurdu. Bil ki o çeşit sitem ve zulümlerden bu, ne yaparsa Tanrı, günahını artıksız, eksiksiz ilk zalimden sorar. Kim fena bir adet koyarsa ona her an lanet gider durur. İyiler gittiler, güzel usul ve adetleri kaldı; kötü adamlardan da zulümler ve lanetler. Kıyamete kadar o kötülerin cinsinden kim vucuda gelse yüzü o kötülüğedir. Bu tatlı suyla tuzlu su; damar damardır. Halk arasında sür üfürülünceye dek birbirine karışmadan böylece gider durur. İyilere tatlı su miras kaldı. O ne mirastır? “Evrensel kitap” mirası. Dikkat edersen taliplerin dileği Peygamberlik cevherinin şuleleridir, o şuleleri dilerler.Şuleler mücevherlere tabi olarak parıldar ve dönerler. Şule, nereden çıkıyorsa, madeni nerede ise oraya gider. Güneş, bir burçtan bir burca gidip durduğundan pencereye vuran ziyası da evin etrafında döner dolaşır. Kimin bir yıldızla alaka ve merbutiyeti varsa o, kendi yıldızı ile döner, dolaşır, o yıldızın tesiri altındadır. Talihli Zühre ise şevki, çalıp çağırmayı, aşkı diler, onlara adamakıllı meyli vardır.Kan dökücü huylu Mirrih’e mensup ise cenk, bühtan ve düşmanlık arar. Yıldızların ardında yıldızlar vardır ki onlarda ihtirak ve nahis olmaz. Onlar bu yedi kat gökten başka diğer göklerde seyir ve hareket ederler. Birbirlerine bitişik ve birbirlerinden ayrı olmayan bu yıldızlar, Tanrı nurlarının ışığında dururlar. Her kimin talihi o yıldızlardan olursa o kimsenin zatı, kafirleri taşlayıp yakar.Onun hışmı, bazen galip gelen, bazen mağlup olan ve tesiri böylece değişerek yürüyen Mirrih’in hışmına benzemez. Galip nur, noksandan ve karanlıktan emindir. Tanrı nurunun iki parmağı arasındadır.O nuru ,canlara Hak saçtı. Devletliler, onunla eteklerini doldurmuşlardır.O nur saçışını bulan yüzünü Tanrı’nın gayrısıdan çevirmiştir.Kimin aşk eteği yoksa o nur saçışından nasipsiz kalmıştır. Cüzülerin yüzü, külle doğrudur. Bülbüllerin aşkı güledir. Öksüzün rengini dışından, insanın rengini, sarı, kırmızı... her neyse içinde ara. İyi renkler temizlik küpünden hasıl olur. Çirkinlerin rengi ise, kirli kara sudan meydana gelir.O latif rengin adı “Sıbgatullah-Tanrı boyası” dır. Bu kirli rengin kokusu ise... Tanrı lanetidir. Denizden olan, yine denize gider; nereden gelmişse, yine oraya varır. Dağ başından, hızlı hızlı akan seller; bizim tenimizden de aşkla karışık olarak akıp giden can, aslına gidip kavuşur. O köpek Yahudi, bak, ne tedbirde bulundu? Ateşin yanına bir put dikti. “Kim bu puta taparsa kurtulur. Secde etmeyen, ateşin tam ortasına oturur” dedi.O, nefis putunun cezasını vermeyince nefis putundan, başka bir put doğdu.Putların hası nefsinizin putudur. Çünkü o put yılan, bu put ejderhadır. Nefis; demir ve taştan yapılan çakmaktır, put kıvılcımdır. O kıvılcım su ile söner.Fakat taş ve demir,(çakmak), su ile söner mi? Ademoğlunda, bu ikisi oldukça ne vakit ve nasıl emin olur? Taş ve demir, ateşi içlerinde tutarlar, su onların ateşine işlemez, tesir edemez.Irmak suyundan harici ateş söner. Fakat taş ve demirin içine su nasıl girer?Küpün ve testinin suyu fanidir. Lakin pınarın suyu daima taze ve bakidir. Ateş ve dumanın asli demir ve taştır. Hıristiyan ve Yahudi küfrü, ikisinin fer’idir. Put bir testide gizli kara sudur. Nefsi, muhakkak olarak o kara suyun pınarı bil.O yontulmuş put, kara sel gibidir. Put yapan nefis, anayolda bir pınardır.Bir taş parçası yüz testiyi kırar ama pınar suyu durmadan kaynar. Put kırmak kolay, gayet kolaydır. Fakat nefsi kolay görmek cahilliktir. Ey oğul, nefsin misal ve süretini istersen yedi kapılı cehennemin kıssasını oku.Nefsin her anda bir hilesi var, her hilesinde yüzlerce Firavun, Firavun’a uyanlarla boğulmuş. Musa’nın Tanrı’sına ve Musa’ya kaç; Firavunluk ederek iman suyunu dökme!Ahad ve Ahmed’e yapış, ey kardeş, ten Ebucehl’inden kurtul. O Yahudi, bir kadını çocuğu ile putun önüne getirdi, ateş yalımlanmıştı. Çocuğu anasından alıp ateşe attı. Kadın korkup gönlünü imandan ayırdı. Kadın put önünde secde etmek isteyince çocuk ateş içinde “ben ölmedim” diye haykırdı. “Ana gel. Gerçi zahirde ateş içinde isem de ben burada iyiyim, hoşum. Bu ateş; perde olarak zahirde bir gözbağıdır. Fakat hakikatte mana yakasından baş çıkartmış, zuhur etmiş bir rahmettir. Ana gel, Tanrı’nın buhranını gör ki bu süretle Hak hastalarının zevk ve işaretini göresin. Ana hakikatte ateş olan, fakat zahiren suya benzeyen bir alemden çık, bu ateşe gir de ateşe benzeyen suyu gör. Ateşe gir de ateş içinde gül ve yasemin bulan İbrahim’in sırlarını gör. Senden doğarken ölümü görüyordum, senden ayrılmaktan çok pek korkuyordum. Halbuki senden doğunca havası hoş, rengi güzel bir aleme gelip dar bir zindandan kurtuldum. Şimdi şu ateş içindeki sükün ve rahatı bulunca dünyayı ana rahmi gibi görmeye başladım. Bu ateş içinde bir alem gördüm ki her zerresinde bir İsa nefesi var. Şekli yok kendisi var bir cihan... O zahiren var olan dünya ise sebatsız şekilden ibaret. Ana, analık hakkı için gel, gir... bu ateşin ateşlik hassası yok. Ana, gel, gir... tam talih ve devlet zamanı. Ana, gel, gir... devleti elinden kaçırma. O köpeğin kudretini gördün. Gel de bir de Tanrı’nın lütuf ve kudretini gör. Ben sana acıdığımdan ayağını çekiyorum, yoksa neşemden zaten seni kayıracak halde değilim. İçeri gel, başkalarını da çağır ki padişah ateş içinde sofra kurmuştur. Ey Müslümanlar, hepiniz ateşe girin; din lezzetinden başka her şey azaptan ibarettir. Ey ahali, hepiniz yüzlerce baharı olan bu nasibe pervane gibi gelin, atılın!” diye bağırdı. O, cemaat ortasında böylece bağırmakta; halk, sesinden heybet içinde kalmaktaydı. Bunun üzerine kadın, erkek kendilerini, ihtiyarsız, ateşe atmaya başladılar. Hem de memur olmaksızın, kimse kendilerine cebretmeksizin. Yalnız dost aşkı ile. Çünkü sevgili, her acıya lezzet verir. Nihayet öyle oldu ki hademe, halkı “ateşe atılmayınız” diye menetmeye başladı. O Yahudi’nin yüzü kara ve mahcup bir hale geldi. Bu sebeple pişman oldu, gönlü sıkıldı. Zira halk, imana eskiden olduğundan daha ziyade aşık, kendilerini feda etmede daha fazla sadık oldular. Şükür olsun ki , Şeytan’ın hilesi ayağına dolaştı. Şükür olsun ki, Şeytan da kendisini yüzü kara gördü! Halkın çehresine sürüp bulaştırdığı zillet tamamı ile o adamlıktan dışarı padişahın yüzüne bulaştı. O, pervasızca halkın elbisesini yırtardı, kendininki yırtıldı, halkın elbisesi sağlam kaldı. Birisi ağzını eğerek Ahmed adını alaylı andı, ağzi çarpıldı öyle kaldı. Pişman olup “Ey Muhammed, affet! Ey peygamber, sen, Min ledün ilminden lütuflara mazharsın.Ben bilgisizlikten seninle alay ettim. Alay edilmeye layık ben oldum”dedi. Tanrı, bir kimsenin perdesini yırtmak isterse onu, temiz kişileri ta’netmeye meylettirir. Tanrı bir kimsenin ayıbını örtmek isterse o kimse ayıplı kimselerin ayıbı hakkında ses çıkaramaz olur. Tanrı, yardım etmek dilerse bize yalvarmak ve munacatta bulunmak meylini verir. Onun için ağlıyan göz ne mübarektir. Onun aşkı ile yanıp kavrulan yürek ne mukaddestir.Her ağlamanın sonu gülmektir. Sonunu gören adam, mübarek bir kuldur. Akar su nerede ise orası yeşerir; nereye göz yaşı dökülür ise oraya rahmet nazil olur. İnleyen dolap gibi gözü yaşlı ol ki can meydanın da yeşillikler bitsin. Ağlamak istersen gözyaşı dökenlere acı... Merhamete nail olmak istersen zayoflara merhamet et! Padişah ateşe yüz çevirip dedi ki: “Ey sert huylu! Tabiatındaki o cihanı yakıcılık nerede? Niye yakmıyorsun? Ne oldu senin hassan? Yoksa bizim talihimizden niyet mi değişti? Sen ateşe tapana bile lütfetmezsin. Sana tapmayan nasıl kurtuldu? Ateş! Sen hiç sabırlı değildin. Niye yakmıyorsun, sebep ne, kaadir mi değilsin? Bu göz bağı mı, yoksa akıl bağı mı? Böyle yücelmiş alev nasıl yakmaz? Seni birisi büyüledi mi, yoksa simya mı? Yahut tabiatının değişmesi bizim talihimizden mi? Ateş dedi ki: “Ey şaman! Ben yine o ateşim. Hele bir içeri gel de benim hararetimi gör! Benim tabiatım da değişmedi, unsurum da. Ben Tanrı kılıcıyım, izinle keserim. Türkmen’in köpekleri, çadır kapısında misafire yaltaklanmış, ama çadır yanına yabancı biri uğrayacak olursa köpeklerden aslancasına hamleler görür. Kullukta, ben köpekten aşağı değilim; Tanrı’da hayat ve kudrette bir Türk’ten aşağı kalmaz. Tabiat ateşi eğer seni gamlandırırsa o yakış, din sultanının emriyledir. Tabiat ateşi eğer sana sevinç verir ise ona o sevinci din sultanı verir. Gam görünce istiğfar et. Çünkü gam, Halik emri ile tesir eder. Tanrı isterse bizzat gam, neşe... bizzat ayak bağı, azatlık ve hürriyet olur. Rüzgar, toprak, su,ateş; kölelerdir. Benimle, seninle ölüdürler. Hak’la diridirler, ancak onun emrini tutarlar. Ateş Tanrı huzurunda daima emre hazırdır, aşık gibi gece gündüz daima kıvranıp durmaktadır. Taşı demire vurunca kıvılcım sıçrar. Fakat kıvılcım (senin çakmağı çakmanla değil), Tanrı fermanı ile dışarı ayak basar. Zulüm demiri ile taşını birbirine vurma. Çünkü bu ikisi, erkek ve kadın gibi meydana çocuk getirirler. Taş ve demir sebepten ibarettirler ama ey iyi adam, sen daha ileriye bak. Çünkü bu sebep, hakiki sebep olmaksızın nasıl meydana gelir? Enbiyaya sebep olan o sebepler, bu sebeplerden daha yüksektir. Bu müessir bir hale getiren o sebeptir. Bazen de olur ki semeresiz ve atıl kılar, hükümsüz bırakır. Bu sebebe akıllar mahremdir. O sebeplerin mahremi de Enbiyadır. Bu sebep kelimesinin Türkçe’si nedir? Denirse iptir diye cevap ver. Bu ip bu kuyu da işe yarar. Çıkrığın dönmesi ipin sarılıp koyverilmesine sebeptir. Fakat çıkrığı döndüreni görmemek hatadır. Dünyada bu sebep iplerini, sakın ha, sakın ha... bu başı dönmüş felekten bilme. Ki felek gibi bomboş ve sersem bir halde kalmayasın; akılsızlıktan çırağ gibi yanmayasın! Rüzgar Hak’ın emriyle ateş olur; her ikisi de Tanrı şarabı ile sarhoş olmuşlardır. Ey oğul! Eğer gözünü açarsan hilim suyunun da, hışım ateşinin de Hak’tan olduğunu görürsün. Rüzgarın canı Hak’ka vakıf olsaydı, Ad Kavmini (müminlerden) nasıl ayırt ederdi? Hüd, müminlerin bulundukları yerin çevresine bir çizgi çizdi. Rüzgar, oraya gelince hafif ve latif bir halde esiyordu. Çizgiden dışarıda olanların hepsini,havada parça parça ediyordu. Şeyban-ı Rai de sürünün etrafına böyle apaçık bir çizgi çekerdi. Cuma günü, namaz vakti Cuma namazına gidince kurtlar sürüye saldırmasın,yağmalamasınlar diye böyle yapardı. Hiçbir kurt, çizgiden içeri girmezdi. Hiçbir koyun da çizgi dışına çıkmazdı. Tanrı elinin dairesi, kurdun hırs yeline de set ve mania olmuştu,koyunun hırs yeline de. Böylece ecel rüzgarı da ariflere gül bahçelerinden esip gelen rüzgar gibi latif ve hoştur. Ateş, İbrahim’e diş geçiremedi. Çünkü Tanrı seçilmişiydi onu nasıl ısırabilir? Din erbabı da şehvet ateşinden yanmaz; halbuki başkalarını ta yerin dibine geçirmiştir. Deniz dalgası Tanrı fermanı ile koşunca Musa kavmini Kıptilerden ayırt etti. Tanrı fermanı erişince toprak, Karun’u altınlarıyla, tahtıyla ta dibine çekti. Su ile toprak, İsa’nın nefeslerinden gıdalanınca kol kanat açtı, kuş olup uçtu. Tanrı’yı tesbih etmen, su ve topraktan meydana gelmiş olan cesedinden çıkan bir buhardan, bir nefesten ibarettir. Fakat gönül doğruluğu yüzünden cennet kuşu olmuş, oraya uçup gitmiştir. Dağ bir aziz sufi olursa şaşılacak ne var? Musa’nın cismi de bir kesik parçasından ibaretti.O Yahudi padişahı acip mucizeleri gördü. Fakat ancak taan ve inkarda bulundu. Nasihatçiler: “İşi haddinden ikeri götürme, inat hayvanını bu kadar ileri sürme” dediler. Nasihatçilerin ellerini bağlayıp hapsetti. Zulmünü birbirine uladı (biteviye ve daha fazla zulmeder oldu). Madem iş bu dereceye vardı. Ey köpek, sabret; kahrımız erişti!” diye bir ses geldi.Ondan sonra ateş kırk arşın alevlendi; bir halka teşkil etti ve o Yahudileri yaktı. Onların asılları önceden de ateşti; sonunda da asıllarına gittiler. Zaten o zümre ateşten doğmuştu. Cüziler kül tarafına yol alır, o tarafa giderler. Onlar ancak mümini yakan bir ateştiler. Kendilerini kendi ateşleri çer çöp gibi yaktı. Anası (mayası) Haviye olan kimsenin mekanı, ancak Haviyedir. Çocuk anası, onu arar; asıllar, mutlaka feri’leri izler. Su havuz içinde zindanda mahpus gibidir ama hava onu çeker. Zira su, erkana mensuptur (dört erkan denen havuz, ateş, su ve topraktandır. Havanın fer’idir.Onu havuzundan kurtarır azar azar ta madenine kadar götürür. Azar azar olduğundan nihayet sen, nasıl alınıp götürüldüğünü görmezsin. Bu nefes de bizim canlarımızı azar azar dünya hapishanesinden öyle çalar. Sözlerin temizleri, bizden çıkarak ona yükselir, ondan başkasının bilmediği yere kadar varır. Nefeslerimiz, temizlik sebebi ile hediye olarak beka yurduna yücelir. Sonra ululuk sahibi Tanrı’dan, rahmet olarak sözlerimizin mükafatı, iki misli bize gelir. Sonradan kul na,l olduğu şeylere bir daha nail olsun diye bizi, yine o güzel sözlere sevk eder, yine bize o çeşit sözler söyletir. İşte böylece en güzel sözleri söyledikçe hep böyle o sözlerin çıkmakta, Tanrı rahmeti inmektedir ve bu iki hal sende daimidir. Farisi söyleyelim: Bu şevk ve cezbe, o zevkin geldiği taraftan gelir. Her kavmi gözü, bir günceğiz zevk sürdüğü cihette kalmıştır. Yakınen her cinsin zevki kendi cinsiyledir. Bak; cüz’ün zevki kendi küllünden olur. Yahut o şey, bir cinse katılma kabiliyetinde olur da ona erişince o cinsten oluverir. Su ve ekmek gibi bizim cinsimiz değilken bizim cinsimizden oluverdi ve vucudumuzu besledi, kuvvetimizi arttırdı. Su ve ekmeğin süreta bizimle cinsiyeti yoktur ama sonucu bakımından onu cinsimiz bil. Eğer, bizimle cins olanlardan başka bir şeyden zevk alıyorsak o da ancak bizimle cinsiyeti olana benzer bir şeydir. Cinse benzeyenden alınan zevk, daimi değildir. O zevk ariyettir. Ariyet nesne ise akıbet baki kalmaz.Kuşa ıslıktan zevk gelirse de cinsini bulamayınca ok gibi uçar gider. Susuz kimseye seraptan zevk gelir, fakat ona erişince kaçar ve yine su arar. Müflisler kalp altından hoşlanırlarsa da, o altın darphanede rüsvay olur. Dikkat et; altın suyu ile boyaman seni yoldan alıkoymasın! Dikkat et; batıl hayal seni kuyuya düşürmesin. Bu hikayeyi tekrar tekrar oku ve kıssadan hisse almaya bak.
AHMED'E DOĞRU 1 / 3
Yahudiler içinde zalim, İsa düşmanı ve Hıristiyanları yakıp yandırır bir padişah vardı. İsa’nın devriyle, nöbet onundu. Musa’nın canı oydu, onun canı Musa. Şaşı padişah. Tanrı yolunda o iki Tanrı demsazını birbirinden ayırdı. Usta bir şaşıya “yürü, var, o şişeyi evden getir” dedi. Şaşı,”O iki şişeden hangisini getireyim? Açıkça söyle dedi. Usta dedi ki: “O iki şişe değildir. Yürü, şaşılığı bırak fazla görücü olma!” Şaşı, “Usta, beni paylama. Şişe iki” dedi. Usta dedi ki: “O iki şişenin birini kır!” Çırak birini kırınca ikiside gözden kayboldu. İnsan taraf girlikten, hiddet ve şehvetten şaşı olur. Şişe birdi onun gözüne iki göründü. Şişeyi kırınca ne o şişe kaldı, ne öbürü. Hiddet ve şehvet insanı şaşı yapar; doğruluktan ayırır. Garez gelince hüner örtülür. Gönülden göze, yüzlerce perde iner. Kadı kalben rüşvet almaya karar verince zalimi, ağlayıp inleyen mazlumdan nasıl ayırt edebilir? Padişah, yahudice kininden dolayı öyle bir şaşı oldu ki aman Ya Rabbi, aman! Musa dininin koruyucusuyum, arkasındayım diye yüz binlerce mazlum mümin öldürttü. Padişahın öyle yol vurucu, öyle hilekar bir veziri vardı ki hile ile suyu bile düğümlerdi. Dedi ki: “Hıristiyanlar, canlarını korurlar ve dinlerini padişahtan gizlerler. Onları az öldür, çünkü öldürmede fayda yok, Dinin kokusu çıkmaz; misk ve öd ağacı değil ki! Yüz tane kılıf içinde gizli sırdır. Dışı sana malumdur ama içi aksine.” Padişah : “Peki söyle bakalım, ne yapalım; bu hususta ne hile ve tezvirde bulunalım, çaresi ne? Ne yapalım ki dünya da ne açık dindar, ne gizli din tutar bir Hıristiyan kalmasın” dedi Vezir dedi ki: “Bana gazebederek hükmet, kulağımı elimi kestir; burnumu, dudağımı yardır! Ondan sonra beni dar ağacına götür. O esnada bir şefaatçi suçumun affını dilesin. Bu işi dört yol ağzı bir yerde, tellal pazarında yaptır. Ondan sonrada beni, huzurundan uzak bir şehre sür ki ben, onların arasına yüz türlü din kayıtsızlığı sokayım. Bu halde diyeyim ki: ben gizli hıristiyanım; ey sır bilen Tanrı; sen benim gönlümü bilirsin!Padişah, benim imanımı anladı; taassuptan dolayı canıma kasdetti.Dinimi padişahtan saklamak, onun dininden görünmek istedim. Padişah, benim sırlarımdan bir koku sezdi. Sözlerim huzurunda kusurlu göründü. Dedi ki: “Sözlerin, içinde iğne olan ekmek gibidir. Benim gönlümden senin gönlüne pencere var. Ben o pencereden halini gördüm, artık lafını dinleyemem.” Eğer İsa’nın ruhaniyeti bana imdat etmeseydi o, yahudicesine beni parça parça ederdi .İsa için başımla oynar, canımı verir ve bunu canıma yüz binlerce minnet bilirim. İsa’dan canımı sakınmam, fakat onun din bilgisine iyiden iyiye vakıfım. O pak dinin cahiller arasında mahvolması, bana dokunmakta.İsa’ya şükrolsun ki biz, bu hak dine yol gösterici olduk. Belimizi zünnarla bağladığımızdan beri Yahudiden ve Yahudilikten kurtulduk. Ey halk; devir, İsa’nın devridir. Onun dininin sırlarını candan dinleyin!” Vezir, bu hileyi, padişaha sayıp dökünce padişahın gönlünden endişeyi tamamiyle giderdi. Padişah vezire, vezir ne dediyse yaptı.Halk, bu gizli ve hakikati meçhul hileden dolayı şaşırıp kaldı. Onu hıristiyanların oturdukları tarafa sürdü.Vezir de ondan sonra halkı davete başladı. HIRİSTİYANLARIN VEZİRİN HİLESİNE İNANMALARI Yüz binlerce hıristiyan, azar azar ozun etrafına toplandı.O onlara gizlice İncil’in, zünnarın ve namazın sırrını anlatmaktaydı.Görünüşte din hükümlerini anlatıyordu;fakat bu anlatış, hakikatte onları avlamak için ıslık ve tuzaktı.Bunun için (gizli hileyi anlamak müşkül olduğundan) bazı Ezhab, Peygamber’den, azgın ve hilekar nefsin hilesini sorarlar; “Nefis, ibadetlere ve candan gelen ihlasa gizli garezlerden ne karıştırır?” derlerdi. Peygamber’den ibadetin faziletini ve sevabını arayıp sormazlar;”Apaçık ayıp hangisidir?”diye kötü huyları sorarlardı. Gülü kerevizden fark edercesine kıldan kıla,zerreden zerreye nefis hilesini tanır, bilirlerdi. Eshab’ın kılı kırk yaranları, umumiyetle o vaız ve beyana hayran olurlardı. Hıristiyanlar tamamı ile ona gönül verdiler. Zaten avamın taklidinin kuvveti ne olabilir ki? Kalplerinin içine onun muhabbetini ektiler, onu İsa’nın halifesi sandılar. O ise hakikatte tek gözlü melun Deccal’dı. Ey Tanrı, feryadımıza yetiş; sen ne güzel yardımcısın! Ey Tanrı, yüz binlerce tuzak ve yem var, bizler de yemsiz kalmış halis kuşlar gibiyiz. Her an yeni bir tuzağa tutuluyoruz, istersek her birimiz, birer doğan ve simurk olalım. Sen bizi her zaman tuzaktan kurtarmaktasın. Ey gani ve müstağni Tanrı, biz yine bir tuzağa doğru gitmekteyiz! Biz bu ambarda buğday biriktirmede, toplanan buğdayı yine kaybetmekteyiz. Biz, bu vahşi mahluklar topluluğu, düşünmüyoruz ki buğdayın noksanlaşması farenin hilesindendir. Fare, ambarımızı deldikçe, hilesinden ambar harab olmuştur. Ey can, önce farenin şerrini defet, sonra buğday biriktirmeye çalış, çabala! O büyükler büyüğünün haberlerinden birini dinle: “Huzuru kalb olmadıkça namaz tamam olmaz.” Eğer bizim ambarımızda hırsız bir fare yoksa kırk yıllık ibadet buğdayı nerde?Her günlük azar azar sadikane ibadet taneleri niçin bu ambarımızda toplanmıyor? Çakmak demirinden birçok ateş yıldızı sıçradı, o yanmış gönül, onları kabul edip çekti.Ama karanlıkta bir hırsız, gizlice kıvılcımlara parmak basmakta.Onları,felekte bir çırağ parlamasın diye, birer birer söndürmekte. İnayetlerin bizimle oldukça o bayağı hırsızlardan bize nice ve ne vakit korku olabilir? Bir adımda binlerce tuzak olsa, sen bizimle oldukça hiç gam yok! Her gece ten tuzağından ruhları kurtarmakta, tahtaları sökmektesin. Ruhlar her gece bu kafesten kurtulurlar, ne kimsenin hakimi,ne de mahkumu olmayarak feragate ulaşırlar. Geceleyin zindan haberleri yoktur, sultana mensup davetliler, geceleyin devletten haberdar değildirler.Ne gam var, ne kar ve ne zarar düşüncesi.Ne bu filan kadının hayali, ne o filan erkeğin kuruntusu! Arifin hali , uyanıkken de budur, Tanrı”onlar uykudadırlar” dedi. Bunu inkar etme.Onlar gece gündüz dünya ahvalinden uykudadırlar;Rabbin elinde evirip çevirdiği kalem gibidirler.Yazı esnasında eli görmeyen kimse, kalemin hareketini kalemden sanır.Tanrı arifin bu halinden halka pek az bir miktarını gösterdi; halkı ise hisse mensup uyku kapladı(gaflete dalıp arifi anlamadılar.) Onların canı:sırrına akıl almaz sahraya gitti.Ruhlarıda istirahatte, bedenleri de.Sonra tekrar bir ıslıkla onları tuzağa çeker, hepsini teklif kaydine düşürürsün. *Sabah vaktinin nuru baş kaldırıp feleğin altın gerkesi kanat çırpınca, Sabahı zuhura getiren, İsrafil gibi, herkesi o diyardan suret alemine getirir; Yayılmış ruhları cisim yapar, her cismide tekrar gebe bırakır. Can atlarını eğersiz kor; bu, “uyku ölümün kardeşidir”sırrıdır. Fakat gündüzün geri gelmeleri için ayaklarını uzun bir bağla bağlar.Ta ki o çayırdan, onu geri çeke ve otlaktan yine yük altına getire.Keşki Eshab-ı kehf gibi, yahut Nuh’un gemisi gibi bu ruhu koruyaydı. Da bu fikir, bu göz ve kulak;şu uyanıklık ve akıl tufanından kurtulaydı. Dünyada nice Eshab-ı Kehf vardır ki bu zamanda senin yanıbaşında ve önündedir. Mağara da , dost da onunla terennüm etmektir. Ne fayda, senin gözünde ve kulağında mühür var? Halife, Leyla’ya dedi ki:”Sen o musun ki Mecnun, senin aşkından perişan oldu ve kendini kaybetti.Sen başka güzellerden güzel değilsin.” Leyla, “Sus, çünkü sen mecnun değilsin” diye cevap verdi.Uyanık olan daha ziyade uykudadır. Onun uyanıklığı uykusundan beterdir. Canımız hak uyanı olmazsa uyanıklık, bizim için iki dağ arasındaki boğaz ve geçit gibidir. Canın; her gün hayalin tekmesini yemeden, ziyandan, faydadan, elden çıkarma, kaybetme korkusundan. Ne temizliği kalır, letafeti, ne kuvveti, ne de göklere çıkacak yolu! Uyumuş ona derler ki o,her hayalden ümitlenir, onunla konuşur; Uykuda Şeytan’ı Huri gibi görür, sonra şehvetle Şettan’a erlik suyu döker.Nesil tohumunu çorağa dökünce uyanır, kendine gelir, hayalde ondan kaçar. O rüyadan elde ettiği baş ağrısı, beden pisliğidir. Ah o zahirde görünen, hakikatte görünmeyen, aslı olmayan hayalden! Kuş havadadır, gölgesi yerde kuş gibi uçar görünür.Ahmağın biri, o gölgeyi avlamaya kalkışır, takati kalmayıncaya kadar koşar. O gölgenin havadaki kuşun aksi olduğundan; o gölgenin aslının nerde bulunduğundan haberi yok! Gölgeye doğru ok atar. Bu araştırma yüzünden okluk bomboş kalır. Ömrünün okluğu boşaldı. Ömür gitti; gölge avı ardında koşmada yandı eridi! Bir kişinin dadısı, tanrı gölgesi olursa onu gölgeden ve hayalden kurtarır.Tanrıya kul olan, Tanrı gölgesidir. O bu alemden ölmüş, Tanrı ile dirilmiştir. Fırsatı kaçırmadan ve şüphe etmeksizin onun eteğine sarıl ki ahir zamanın sonundaki fitnelerden kurtulasın.Tanrı gölgeyi nasıl uzattı (ayeti) evliyanın nakşidir. Çünkü veli , Tanrı güneşi nurunun delilidir. Bu yolda bu delil olmaksızın yürüme, Halil gibi “Ben batanları sevmem de”! Yürü, gölgeden bir güneş bul. Şah Şems-i Tebrizi’nin eteğine yapış! Bu düğün ve gelinin bulunduğu yerin yolunu bilmezsen Hak ziyası Hüsameddin’den sor! Haset yolda gırtlağına sarılsa... bil ki İblis’in tuğyanı hasettir. Çünkü o, haset yüzünden Adem’den arlanır... Kutlulukla haset yüzünden savaşır. Yolda bundan daha güç geçit yoktur. Ne kutludur o kişi ki yoldaşı, haset değildir. Bu beden, haset evi olagelmiştir. Soy sop hasetten bulaşık bir hale düşer. Ten haset evidir ama Tanrı, o teni tertemiz etmiş, arıtmıştır. “Evimi temizleyin” ayeti beden temizliğini bildirir. Bedenin tılsımı toprağa mensupsa da hakikatte nur definesidir. Sen (hakikatte) teni olmayana hile ve haset edersen o hasetten gönül kararır. Tanrı erlerinin ayakları altına toprak at! O vezirciğin yaratılışı hasettendi, onun için abes yere kulağını, burnunu yele verdi! O ümitle ki haset iğnesinden akan zehirle mahzunları ta canlarından zehirliye.Hasetten burnunu koparan kişi, kendisini kulaksız ve burunsuz bırakır. Burun, odur ki bir koku alsın ve kokuda, koku alanı bir yüzün bulunduğu tarafa götürsün. Kim koku almazsa burunsuzdur, koku da ancak din kokusudur.Bir koku alıp onun şükrünü eda etmiyen kimse, küfranı nimet etmiş ve kendi burnunu mahveylemiştir. Hem şükret, hem şükredenlere kul ol. Onların huzurunda ölerek ebedi hayat kazan! Vezir gibi sermayeyi, yol vuruculuktan edinme. Tanrı kullarını namazdan menetme.O kafir vezir, din nasihatçisi olarak hile ile badem helvasına sarımsak karıştırmıştı! Zevk sahibi olanlar onun sözünde acılık karışmış bir tat sezdiler.O, garezle karışık latif sözler söylemekte, gül sulu şeker şerbetinin içine zehir dökmekteydi. Sözünün dış yüzü, yolda çevik ol, diyordu. Ardından da cana, gevşek ol demekteydi. Gümüşün dışı ak ve berraksa da el ve elbise ondan katran gibi bir hale hale gelir. Ateş kıvılcımlarıyla kızıl çehreli görünürse de onun yaptığı işin sonundaki karanlığa bak! Yıldırım, bakışta saf bir nurdan ibaret görünür;(fakat) göz nurunu çalmak (gözü kamaştırmak) onun hassasıdır. Vezirin sözleri, uyanık ve zevk sahibi olanlardan başkaları için bir boyun halkasıydı(onun sözlerini kabul etmişler,ona uymuşlardı).Vezir padişahtan altı ay ayrı kaldı, bu müddet zarfında İsa’ya uyanlara penah oldu. Halk umumiyetle dinini de, gönlünü de ona ısmarladı. Onun emir ve hükmü önünde herkes, can feda ediyordu. Padişahla onun arasında haber gidip geliyordu. Padişah, ona gizlice vahitlerde bulunuyordu. *Nihayet muradının hasıl olması, hıristiyanların toprağını yele vermesi için. Padişah “Ey devletli vezirim, vakit geldi, kalbini gamdan tez kurtar”diye mektup yazdı. Vezir de “padişahım; işte şimdicik İsa dinine fitneler salma işindeyim” diye cevap verdi. Hükümetleri zamanında, İsa kavminin on iki emri vardır.Her fırka bir emre tabiydi; kendi beyine tamah yüzünden kul olmuştu.Bu on iki emirler kavimleri, o kötü vezire bağlanmışlardı.Hepsi, onun sözüne itimad ediyordu, hepsi onun mesleğine uymuştu.O, öl, der demez her emir hemen o anda ölürdü. Vezir, her emrin adına birer tomar düzdü. Her tomarın yazısı, başka bir olaydı. Her birinin hükmü başka bir çeşittir. Bu baştan aşağıya kadar ona aykırıdır.Birinde riyazat ve açlık yolunu tövbenin rüknü, Tanrı’ya dönüşün şartı yapmış.Birinde “Riyazat faydasızdır, bu yolda cömertlikten başka kurtuluş yoktur” demişti. Birinde demişti ki: “Senin açlık çekişin, mal verişin mabuduna şirk koşmadır. Gam ve rahat zamanında Tanrı’ya dayanmak ve tamamiyle teslim olmaktan gayri hepsi hiledir, tuzaktır.”Öbüründe demişti ki: “Vacip olan hizmettir, yoksa tevekkül düşüncesi suçtan ibarettir.”Birinde; “Dindeki emir ve nehiyler, yapmak için değil, aczimizi bildirmek içindir. Ta ki onlardan aciz olduğumuzu görelim de Tanrı kudretini bilelim, anlayalım” demişti.Öbüründe, “Kendi aczini görme, uyan, kendine gel; o aczi görüş, küfranı nimettir. Kendi kudretini gör ki bu kudret ondandır. Kudretini, nimeti bil ki, kudret odur” demişti.Birinde demişti ki: “Bu ikisinden de geç, nazarına her ne sığarsa put olur!”Öbüründe; “Bu mumu söndürme ki bu görüş, meclise mum mesabesindedir. Eğer nazardan ve hayalden geçersen gece yarısı visal mumunu söndürmüş olursun” demişti.Birinde demişti ki: “Söndür, hiç korkma ki yüz binlerce karşılığını göresin. Çünkü nazar mumunu söndürmekle can mumu artar, kuvvet bulur. Sabrının yüzünden Leyla’n Mecnun olur! Kim, zahitliği yüzünden dünyayı terk ederse dünya onun önüne çok, daha çok gelir!”Başka birinde; “Hak sana ne verdiyse onu icat ederken tatlılaşmıştır, kolaylaştırmıştır. Onu güzelce al; kendini zahmete sokma” demişti.Birinde demişti ki: “Kendine ait olanı terk et, çünkü tabiatının kabul ettiği, merduttur, kötüdür. Birbirine aykırı yollar, nefse kolaydır, herkese bir din, can olmuştur,eğer Hak’kın din işlerini kolaylaştırması, doğru bir yol olsaydı her yahudi ve mecusi, Tanrı’yı duyar, anlardı” demişti. Öbüründe demişti ki: “Kolay, odur ki gönlü hayatı ve canın gıdası ola. Tabiatın hoşlandığı her şey, vakti geçince, çorak yere ekilmiş tohum gibi mahsul vermez. Onun mahsulü, pişmanlıktan başka bir şey olmaz; onun kazancı, sahibine ziyandan başka bir şey getirmez. O zevk, sonunda da önünde olduğu gibi kolay ve hoş görünmez; nihayette adı güç olur, güçlenmiş bir hale gelir. Sen güçlendirilmişle, kolaylaştırılmışı, birbirinden ayırdet; bunun yüzünü de sonuna nazaran gör, onun yüzünü de sonuna nazaran”Bir tomarda da; “Bir üstad ara. Akıbeti görme hassasını nesepte (şunun bunun soyundan gelmiş olmakta ve bununla öğünende) bulamazsın. Her çeşit din salikleri üstad aramaksızın, peygamberlere tabi olmaksızın işlerin akibetlerini gördüler, kendi akıllarınca netice hakkında istidlallerde bulundular da bu yüzden hata ve dalalete düştüler. Akıbet, görme elle dokunmuş, örülmüş değildir. Böyle olsaydı dinlerde nasıl ayrılık olurdu?” demişti.Bir tanesinde demişti ki: “Usta da sensin, çünkü ustayı da sen tanırsın. Er ol erlerin maskarası olma; kendi başının çaresine bak sersemleşme.”Bir diğerine; “Bunların hepsi birdir. İki gören kimse şaşı adamcağızdır” demiş.Bir tomarda da; “Yüz, nasıl bir olur, bunu kim düşünür, meğer ki deli olsun! Bunların her biri, öbürünün zıddıdır. Gayrı zehirle şeker nice bir olur? Zehirden de şekerden de geçmedikçe vahdet bahçesinden nice koku alabilirsin? demişti.O İsa dinine düşman olan vezir bu tarz da bu çeşitte on iki tomar yazdı.İhtilaf; gidiş tarzındadır, yolun hakikatinde değilO, İsa’nın bir renkte oluşundan koku alınamamıştı. O, İsa küpünün mizacından huy kapmamıştı. Yüz renkli elbise, İsa’nın saf küpünden saba rüzgarı gibi sade ve latif bir hale gelir, tek bir renge boyanırdı. Birlikteki bu tek renklilik, insana usanç ve sıkıntı veren tek renklilik değildir.Belki o tek renk deniz gibidir, ona dalanlar da balık gibi hayat ve neşe içindedirler. Karada gerçi binlerce renk var, ama balıkların kurulukla cengi var! Misal olarak söylenen balık kimdir, deniz nedir ki yüce ve ulu padişah, ona benzesin!Varlık alemindeki yüz binlerce denizler ve balıklar, o ikram ve ihsan huzurunda secde ederler.Nice ihsan yağmuru yağdı da deniz, inciler saçıcı bir hale geldi. Nice kerem güneşi nur saçtı da bulut ve deniz cömertlik öğrendi. Suya ve toprağa zatının ışığı vurdu da o sebeple yeryüzü, tane ve tohum kabul eder oldu. Toprak emindir; ona her ne ekersen ihanet görmeksizin onun cinsini toplar, devşirirsin.Toprak bu eminliği o eminlikten bulmuştur, çünkü adalet güneşi ona nur saçmıştır.İlk bahar, Hak fermanı getirmedikçe, toprak sırrını nice açığa vurur? O, öyle bir cömert ve vericidir ki bu haberleri, bu eminliği ve bu doğruluğu bir cemada , kuru yeryüzüne vermiştir. Fazıl ve ihsanı, kuru toprağı haberdar eder, kahır ve celali de akıllı insanları kör eyler.Canda, gönülde o coşmaya takat yoktur. Kime söyliyeyim? Cihanda bir tek kulak yok! Nerede bir kulak varsa; onun yüzünden, göz oldu. Nerede bir taş varsa; onun lütfiyle yeşim taşına döndü.Kimyayı meydana getiren o dur, kimya ne oluyor ki? Mucize bağışlayıcıdır,simya ne oluyor ki? Benim bu öğüşüm, öğmeyi terk etmenin ta kendisidir; çünkü bu öğüş, varlık delilidir, varlık ise hatadır.Onun varlığına karşı yok olmak gerektir:onun huzurunda varlık nedir? Manasız bir şeyden ibarettir! Varlık kör olsaydı... Ondan erirdi, güneşin hararetini tanır, anlardı. Bu zahiri vucudun Allah’ın varlığıyla var olduğunu bilmemesi körlüğüne delildir. Padişah gibi vezir de cahil ve gafildi. Varlığı vacip olan Kadim Tanrı ile pençeleşiyordu. Öyle kudretli bir Tanrı ile pençeleşiyordu ki bir anda yoktan bu gibi yüz tanesini var eder. Senin gözüne kendini görmek hassasını verince nazarında alem gibi yüzlerce alem meydana getirir. Her ne kadar dünya senin yanında azametli ve nihayetsizse de bil ki kudrete karşı bir zerre bile değildir. Zaten bu alem sizin canlarınızın hapishanesidir; uyanın, o tarafa gidin! Zira o taraf sizin sahranız, mesire yerinizdir.Bu alemin hududu vardır, o alem ise esasen hadsizdir. Nakış ve suret, o manaya settir,maniadır. Firavun’un yüz binlerce mızrağını tek bir Musa’nın bir tanecik asası ile kırdı.Yüz binlerce Calinus’un yüz binlerce hekimlik hünerleri vardı; İsa’nın ve nefesinin yanında batıl oldu. Yüz binlerce şiir defterleri vardı, bir tek Ümmi’nin kitabına karşı ayıp ve ar haline geldi.Aşağılık olmayan kişi böyle galip Tanrı huzurunda niçin ölmesin.Çok dağ gibi gönüller kopardı. Kurnaz kuşu, iki ayağından asakoydu. Akıl ve zekada kemale ermekle Tanrı’ya varılmaz. Padişahın fazıl ve ihsanı aczini bilen kişiden başkasını kabul etmez.Hey gidi hey... Çok köşe, bucak kazıcı ve hazine doldurucular; o kurup duran kişiye, o öküze(vezire) maskara oldular. Öküz kimdir ki sen onun maskarası olasın. Bir kadının kötü işten yüzü sararınca, utanınca Tanrı, onu çarpıp Zühre yıldızı yaptı. Bir kadını Zühre yapmak çarpma oldu da balçık haline geliş, çarpılma değil midir? Be inatçı!!!Ruh seni en yüksek göklere çıkarırken sen en aşağılıklara, su ve çamura doğru gittin.Akılların bile imrendiği öyle bir varlığı, bu alçaklık yüzünden değiştin. Şimdi bak, bu senin kendini çarpman nasıl? O çarpılma yanında bu, gayet aşağı. Himmet atını yıldız cihetine sürdün, nücum ilmi ile uğraştın da secde edilmiş Adem’i tanımadın!Ey hayırsız evlat! Nihayet sen Ademoğlusun, ne vakte dek alçaklığı şeref sayarsın.Niceye dek “ben alemi zaptedeyim, bu cihanı kendi varlığımla doldurayım” dersin?Dünyayı baştan başa kar kaplasa güneşin harareti, bir görünüşte onu eritir.O vezirin vebalini de, daha onun gibi yüz binlercesinin vebalini de Tanrı bir kıvılcımla yok eder. O, aslı olmayan hayelleri, tamamı ile hikmet yapar; o, zehirli suyu şerbet haline getirir.O zan ve şüphe doğuran sözleri, hakikat ve yakin haline getirir. Kin ve adavet sebeblerinden dostluk ve muhabbet belirtir.İbrahim’i ateş içinde besler; korkuyu, ruhun emniyeti ve selameti yapar. Onun sebep yakıcılığına hayranım. Onun hayallerinde Sofestai gibiyim. O vezir kendince başka bir hile kurdu. Vaiz ve nasihati bırakıp halvete girdi. Müritleri yakıp yandırdı. Tam kırk elli gün halvette kaldı. Halk onun iştiyakından, hal ve tavrı ile sözünden, sohbetinden uzak düştükleri için deli oldular.Onlar yalvarıp sızlanıyorlardı, vezir ise halvette riyazattan iki büklüm olmuştu.Hepsi birden”Biz sensiz kötü bir hale düştük, karışıklık içindeyiz, değneğini yeden birisi olmadıkça körün ahvali ne olur? İnayet et. Allah için olsun, bundan ziyade bizi kendinden ayırma! Bizler çocuk gibiyiz, sen bize dadısın; sen bizim üzerimize o gölgeyi döşe” demişlerdi.Vezir dedi ki: “Ruhum dostlardan uzak değildir. Fakat dışarı çıkmaya izin yok. Emirler rica ve şefaate, müritler dil uzatmaya başladılar:“Ey kerem sahibi! Bu ne kötü talih ki sensiz gönülden de yetim kalmışızdır, dinden de. Sen bahaneler ediyorsun, biz ise dertle yürek yangınlığından soğuk soğuk ah edip duruyoruz. Biz senin sohbetine alışmışız. Biz senin hikmet sütünle beslenmişiz. Allah aşkına bize bu cefayı yapma; lütfen bu günü yarına bırakma! Gönlün razı olur mu, aşıkların, akıbet istifadesiz kalsınlar? Hepsi de karadaki balık gibi çırpınıyorlar. Suyu aç ırmağım bendini yık! Ey zamanede naziri olmayan zat! Allah aşkına halkın imdadına yetiş!” Vezir dedi ki: “Dikkat ediniz, ey dedikodu düşkünleri! Dilden çıkan ve kulakla duyulan zahiri vaizleri arayanlar! Bu aşağılık duygu kulağına pamuk tıkayın, ten gözünden duygu başını çözün! O gizli kulağın pamuğu, baş kulağıdır, bu kulak sağır olmadıkça o can kulağı sağırdır. Hissiz, kulaksız, fikirsiz olur ki “İrcii-Tanrına geri dön” hitabını işitesiniz.Sen uyanıklık dedikodusunda oldukça uyku sohbetinden nasıl olur da bir koku alabilirsin! Bizim sözümüz işimiz, hariçte yürümektedir. Batıni yürümek ise gökler üzerinde olur. Cisim kuruluğu(bu alemi) gördü, çünkü kuruluktan (bu alemden) doğdu; can İsa’sı ayağını denize attı. Kuru cismin yürümesi, kuruya düştü, ama canın yürümesine gelince: Ayağını denizin ta ortasına bastı. Ömür kuruluk yolunda; gah dağ, gah deniz, gah ova aşarak geçip gittikten sonra...Abıhayatı, nerede bulacaksın; deniz dalgalarını nerede yaracaksın? Kara dalgası, bizimkuruntularımız, anlayışımız ve fikrimizdir. Deniz dalgası ise kendinden geçiş, sarhoşluk ve yokluktur.Sen bu sarhoşlukta oldukça o sarhoşluktan uzaksın. Bundan sarhoş oldukça o kadehten nefret eder durursun.Zahir dedikodusu toz gibidir. Kulak gibi bir müddet dinlemeyi adet edin!” Hepsi birden dediler ki: “Ey bahane arayan hakim bu cefayı bize reva görme! Hayvana takati derecesinde yük yüklet. Zayıflara iktidarları nispetinde iş havale et!Her kuşun yiyeceği lokma, kendine göredir. Nasıl olur da her kuş bir inciri(bütün olarak) yutabilir? Çocuğa süt yerine ekmek verirsen zavallı yavruyu öldü bil! Ondan sonra dişleri çıkınca kendi kendine onun içi ekmek ister.Henüz kanadı çıkmayan kuş uçmaya kalkışırsa her yırtıcı kedinin lokması olur. Ama kanatlanınca o kendisinden teklifsizce,iyi ve kötü ıslık olmaksızın uçar.Senin sözün Şeytan’ı susturur, senin lütuf ve keremin, bizim kulağımıza akıl ve fehim verir. Söyleyen, sen olunca kulağımız, tamam akıldan ibarettir. Madem ki deniz sensin, kurumuz da denizdir! Ey (sekizinci gökteki) Simak burcundan (denizin dibindeki) balığa kadar her şey kendisinden nurlanmış olan! Seninle olunca yer, bize gökten daha iyidir. Sensiz, biz göğün ta üstünde bile karanlık içindeyiz. Ey ay! Gayrı bu felek, nedir ki seninle mukayese edilebilsin? Göklerin süreta yüksekliği var. Mana yüzünden yükseklik temiz ruhundur. Süreta yükseklik, cisimlerindir, fakat mana huzurunda cisimler, isimlerden ibsrettir. Vezir dedi ki: “Delillerinizi kısa kesiniz; nasihatimi can ve gönülden dinleyiniz. Emin isem, emin adam ittiham edilmez göğe ver desem bile!Eğer ben mahzı kemal isem kemali inkar nedir? Değilsem bu zahmet bu eziyet ne oluyor? Ben bu halvetten çıkmayacağım çünkü, kalp ahvali ile meşgulüm.” Hepsi birden dediler ki: “Ey vezir, inkar etmiyoruz, bizim sözümüz ağyarın sözü gibi değildir. Ayrılığından göz yaşlarımız akmakta, canımızın ta içinden ahu vahlar coşmakta!”Çocuk dadı ile kavga etmez. Gerçi ne kötüyü bilir ne iyiyi... Fakat boyuna ağlar durur! Biz çenk gibiyiz sen mızrak vurmaktasın; inleme bizden değil, sen inliyorsun!Biz ney gibiyiz bizdeki nağme senden. Kazanıp kaybetmede satranç oyunu gibiyiz; ey huyları güzel! Bizim kazanıp kaybetmemiz sendendir.Ey bizim canımıza can olan! Biz kim oluyoruz ki seninle ortada olalım, görünelim! Biz yokuz. Varlıklarımız, fani suretle gösteren Vücud-u Mutlak olan sensin. Biz umumiyetle aslanlarız ama bayrak üstüne resmedilmiş aslanlar! Onların zaman zaman hareketleri, hamleleri rüzgardandır. Hareketimiz de, varlığımız da senin vergindir. Varlığımız umumiyetle senin icadındır. Yoksa varlık lezzetini gösterdin. Yok olanı kendine aşık eylemiştin! O İn’am ve ihsanın lezzetini... mezeyi, şarabı ve kadehi esirgeme!Esirgersen kim arayıp tarıyabilir? Nakış nakkaşla nasıl mücadele eder? Bize bizim efendimize bakma; kendi ikramına, kendi cömertliğine bak! Biz yoktuk, mücadelemiz de yoktu. Senin lütfun bizim söylenmemiş sırlarımızı da işitiyordu. Nakış, nakkaşın ve kaleminin huzurunda ama karnındaki çocuk gibi aciz ve eli bağlıdır.Kudret huzurunda bütün alem mahlukları, iğne önünde gergef gibi acizdir.Kudret gergefe bazen şeytan resmi, bazen insan resmi işler; gah neşe, gah keder nakşeder.Gergefin eli yok ki onu def için kımıldatsın; dili yok ki fayda, zarar hususunda ses çıkarsın.Sen beytin tefsirini Kur’an dan oku Tanrı “Attığın zaman sen atmadın” dedi.Biz bir ok atarsak, atış, bizden değildir. Biz yayız, o yayla ok atan Tanrı’dır.Bu “cebir” değil, cebbarlığın manasıdır. Cebbarlığı anış da, ancak Tanrı’ya tazarru ve niyaz içindir. Bizim figanımız muztar ve kudretsiz olduğumuzun delilidir. Yaptığımızdan utanmamız da elimizde ihtiyar olduğuna delildir.Yapıp yapmamada ihtiyarımız varsa utanma ne? Bu acıklanma, bu utanış, bu teeddüp ne? Hocaların şakirtleri terbiye etmesi niçin; fikir, neden tedbirlerden tedbirlere dönüyor? Eğer sen “O, cebirden gafildir. Hak’ka mensup olan ay, bulutta yüzünü gizliyor” dersen.Buna hoş bir cevap var; dinlersen küfürden geçer dini tasdik eder, bana tabi olursun:Hasret ve figan, hastalık zamanındadır.Hastalık zamanı tamamı ile uyanıklık zamanıdır. Hasta olduğun zaman günahından istiğfar eder durursun.Sana günahın çirkinliği görünür; iyileşince yola geleyim diye niyet edersin. Bundan sonra kulluktan başka bir iş ihtiyar etmiyeyim diye ahdeylersin.Şu halde bu yakinen anlaşıldı ki hastalık sana akıllılık bahşediyor. Ey asılı arayan kimse! Şu aslı bil ki kimde dert varsa o, koku almış, dermana ermiştir.Kim daha ziyade uyanıksa o daha ziyade dertlidir. Kim işi daha iyi anlamışsa onun benzi daha sarıdır.Hak’kın cebrinden agah isen feryadın nerede? Cebbarlık zincirini görüşün hani? Zincire bağlanan nasıl olur da neşelenir? Hapiste esir olan nasıl hürlük eder? Eğer ayağını bağladıklarını, başına padişah çavuşlarının dikildiğini görüyorsan...Gayrı sende acizlere çavuşluk etme. Çünkü bu vazife acizlerin huyu ve tabiatı değildir.Madem ki görmüyorsun; Tanrı’nın cebrinden bahsetme! Görüyorsan hangi gördüğünün nişanesi? Hangi bir işe meylin varsa o işte kendi kudretini apaçık görür durursun; hangi işe meylin ve isteğin yoksa... Bu Tanrı’dandır diye kedini Cebri yaparsın! Peygamberler, dünya işinde Cebridirler, kafirler de ahiret işinde. Peygamberlerin, ahiret işinde ihtiyarları vardır, cahillerin de dünya işinde.Zira her kuş, kendi cinsinin bulunduğu yere gider, bedeni, geride uçmaktadır, canı daha tez, daha ileri gitmekte.! Kafirler “Siccin” cinsinden olduklarından dünya zindanına rahat rahat gelmişlerdir.Peygamberler, (İlliyyi) cinsinden olduklarından can ve gönül İlliyyine doğru gitmişlerdir.Bu sözün sonu yoktur, fakat biz yine dönüp o hikayeyi tamamlayalım: Vezir içerden seslendi: “Ey müritler, benden size şu malum olsun. Ki İsa bana “Hep yakınlarından, arkadaşlarından ayrıl, tek ol, yüzünü duvara çevirip yalnızca otur, kendi varlığından da halveti ihtiyar et” diye vahyetti.Bundan sonra konuşmaya izin yok, bundan sonra dedikodu ile işim yok.Dostlar elveda! Ben öldüm, yükümü dördüncü göğe ilettim. Bu suretle de ateşe mensup feleğin altında zahmet ve meşakkatler içinde yanmayalım. Bundan sonra dördüncü kat gök üstünde, İsa’nın yanında oturacağım.” Neden sonra o emirleri yalnız ve birer birer çağırıp her birine bir söz söyledi.Her birine “İsa dininde Tanrı vekili ve benim halifem sensin. Öbür emirler senin tabilerindir. İsa, umumunu senin taraftarın ve yardımcın etti. Hangi emir, baş çeker, tabi olmazsa onu tut; ya öldür yahut esir et, hapse at. Ama ben sağ iken bunu kimseye söyleme, ben ölmedikçe, reisliğe talip olma. Ben ölmedikçe bunu hiç meydana çıkarma. Saltanat ve galebe davasına kalkışma. İşte şu tomar ve onda Mesih’in hükümleri... Bunu ümmete tasih bir tarzda oku!” dedi.O, her emire ayrı olarak şunu söyledi: “Tanrı dininde senden başka naib yoktur!”Her birini ayrı ayrı ağırladı. Ona ne söyledi ise buna da onu söyledi. Her birine bir tomar verdi, her tomar öbürünün zıddını ifade ediyordu. O tomarların metni “Ya” harfinden “Elif” harfine kadar olan harflerin şekilleri gibi birbirine aykırıdır. Bu tomarın hükmü, öbürünün zıddıydı, bu zıt diyeti bundan önce bildirdik. Ondan sonra daha kırk gün kapısını kapadı. Kendisini öldürüp varlığından kurtuldu.Halk onun ölümünü haber alınca kabrinin üstü kıyamet yerine döndü. Bir hayli halk onun yası ile saçlarını yolarak, elbiselerini yırtarak mezarı üstüne yığıldı.Arap’tan ,Türk’ten, Rum’dan, Kürt’ten oraya toplananların sayısını da ancak Tanrı bilir.Mezarın toprağını başlarına serptiler. Onun derdini yerinde ve dertlerine derman gördüler. Bir ay ahali, mezarı üstünde gözlerinden kanlı yaşlara yol verdiler. Onun ayrılığı derdinden padişahlar da, büyükler de, küçükler de ah u figan ediyorlardı. Bir ay sonra halk dedi ki: “Ey ulular! Siz beylerden o vezirin makamına oturacak kimdir. Ki biz o zatı, vezirin yerine imam ve mukteda tanıyalım. Elimizi de, eteğimizi de onun eline teslim edelim.Madem ki güneş battı ve bizim gönlümüzü dağladı, onun yerine çırağı yakmaktan başka çaremiz yok.Sevgili, göz önünden kayboldu mu, onun visalinden mahrum kaldık mı, yerine birisinin vekil olması, birisinin bize yadigar kalması gerekir.Gül mevsimi geçip gülşen harap olunca gül kokusunu nereden alalım? Gül suyundan!Ulu Tanrı açıkça meydan da olmadığından, bu peygamberler Hakk'ın vekilleridir. Hayır yanlış söyledim. Vekil ile vekil edeni iki sanırsan (bu) hatadır, iyi bir şey değil.Sen sürete taptıkça ikidir. Süretten kurtulana göre ise birdir. Bir adam, gözün nuruna bakarsa iki gözün nuru, birbirinden ayırdedilemez. Bir yerde on tane çırağ bulundurulursa görünüşte her biri, öbüründen ayrıdır. Nuruna yüz çevirirsen şüphesiz ki birinin nurunu öbürlerinden ayırt etmeye imkan yoktur.Yüz tane elma, yüz tane de ayva saysan her biri ayrı ayrıdır. Onları sıkarsan yüz kalmaz hepsi bir olur. Manalar da taksim ve sayı yoktur, ayırma birleştirme olamaz. Dostun, dostlarla birliği hoştur. Mana ayağını tut (ona yönel), süret serkeştir.Serkeş süreti, eritip mahveyle ki onun altında define gibi olan vahdeti göresin. Eğer sen eritmezsen onun (Tanrı’nın) inayetleri, esasen onu eritir. Ey gönlüm kulu olan Tanrı!O hem gönüllere kendini gösterir, hem dervişin hırkasını diker. Hepimiz yayılmıştık ve bir. Orada başsız ve ayaksızdık; Güneş gibi bir cevherdik, düğümsüz ve saftık... su gibi.O güzel ve latif nur sürete gelince kale burçlarının gölgesi gibi sayı meydana çıktı. Mancınıkla burçları yıkın ki bu bölüğün arasından ayrılık kalksın.Mutlaka ben bunu açar, anlatırdım, fakat bir fikir bile sürçmesin, (bundan) korkarım. Nükteler keskin bir çelik kılıç gibidir. Eğer kalkanın yoksa gerisin geriye kaç! Kalkansız bu elmasın karşısına gelme. Çünkü kılıca kesmekten utanç gelmez.Ben bu sebepten kılıcı kına koydum; Ters okuyan birisi, aykırı mana vermesin.Hikayeyi tamamlamaya, doğrular topluluğunun vefakarlığından bahse geldik: O reisin ölümünden sonra kalktılar, yerine bir vekil istediler. O emirlerin birisi öne düşüp o vefalı kavmin yanına gitti. Dedi ki: “İşte o zatın vekili; zamanede İsa halifesi benim. İşte tomar, ondan sonra vekilliğin bana ait olduğuna dair burhanımdır.”Öbür emirde pusudan çıkageldi. Hilafet hususunda onun davası da bunun davası gibiydi. O da koltuğundan bir tomar çıkardı, gösterdi. Her ikisinin de Yahudi kızgınlığı başladı.Diğer emirler de bir bir katar olup (birbirlerinin ardınca davaya kalkışıp keskin kılıçlar çektiler.) Her birinin elinde bir kılıç ve bir tomar vardı; sarhoş filler gibi birbirlerine düştüler. Yüz binlerce Hıristiyan öldü, bu suretle kesik başlardan tepe oldu. Sağdan soldan sel gibi kanlar aktı. Havaya dağlarcasına tozlar kalktı. O vezirin ektiği fitne tohumları, onların başlarına afet kesilmişti. Cevizler kırıldı; içi sağlam olan, kırıldıktan sonra temiz ve latif ruha malik oldu. Ancak ten nakşına ait olan öldürmek, nar ve elmayı kırmak, kesmek gibidir. Tatlı olan nardenk şerbeti olur, çürümüş olanın ise bir sesten başka bir şeyi kalmaz. Esasen manası olan meydana çıkar; çürümüş olan rüsvay olur, gider.Ey sürete tapan! Türü, manayı elde etmeye çalış! Çünkü mana süret tenine kanattır. Mana ehliyle düş, kalk ki hem ata ve ihsan elde edesin, hem de feta olasın. Bu cisimde manasız can; hilafsız, kılıf içinde tahta kılıç gibidir. Kılıfta bulundukça kıymetlidir. Çıkınca yakmaya yarar bir alet olur. Tahta kılıcı muharebeye götürme, ah-ü figane düşmemek için önce bir kere kontrol et; Eğer tahta ise, yürü... başkasını ara; eğer elmassa sevinerek ileri gel! Elmas kılıç, velilerin silah deposundandır. Onları görmek size kimyadır. Bütün bilenler, ancak ve ancak bunu böyle demişlerdir: bilen alemlere rahmettir. Nar alıyorsan gülen (çatlak) narı al ki onun gülmesi, sana tanesi olduğunu haber versin. O ne mübarek gülmedir ki can kutusundaki inci gibi, ağızdan gönlü gösterir.Mübarek olmayan gülme, lanetin gülmesidir: Ağzını açınca kalbinin karanlığını gösterir. Gülen nar bahçeyi güldürür. Erler sohbeti de seni erlerden eder.Katı taş ve mermer bile olsan, gönül sahibine erişirsen cevher olursun. Temizlerin muhabbetini ta... canının içine dik. Gönlü hoş olanların muhabbetinden başka muhabbete gönül verme.Ümitsizlik diyarına gitme, ümitler var. Karanlığa varma güneşler var. Gönül seni gönül ehlinin diyarına; ten, seni su ve çamur hapsine çeker. Agah ol, bir gönüldeşten gönül gıdasını al... onunla gönlünü gıdalandır. Yürü, ikbali bir ikbal sahibinden öğren!!! İncil'de Mustafa’nın, o Peygamberler başının, o sefa denizinin adı vardı. Sıfatları, şekli, savaşı, oruç tutuşu ve yiyişi anılmıştı. Hıristiyan taifesi, o da, o hitaba geldikleri zaman sevap için. Yüce adı öperler; latif vasfa yüz sürerlerdi. Bu söylediğimiz fitne esnasında o taife, fitneden, kargaşalıktan emindiler. Onlar, o emirlerin ve vezirin şerlerinden emin olup Ahmed adının sığınağında korunmuşlardı. Onların neslide çoğaldı. Ahmed’in nuru, bunlara yardım etti, yar oldu. Hıristiyanlardan AHMED adını hor tutan diğer fırka, fitnelerden ve o tedbiri de şom, fitnesi de şom vezir yüzünden hor ve kıymetsiz bir hale geldi. Manaları ters, sözleri aykırı tomarlara uymalarından dolayı dinleri de müşevveş bir hale geldi, hükümleri de!Ahmed’in adı böyle yardım ederse acaba nuru nasıl korur? Ahmed adı sağlam bir kapı olunca o emin ruhun zatı ne olur? Vezirin belası yüzünden yoldan çıkmış olan o nasihat kabul etmez padişahtan sonra.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)